BİR YALNIZ ADAMIN HİKÂYESİ Bre şair anlat biraz Evini arar ruhum Yorgun Ve güneşin aynalarına saklar umudunu I. Belli ki birini bekler Koyar ellerini alnına Kırpıştırır gözlerini Bakar uzaklara yalnız adam Harman yeri Gizli bir ırmağın rüyasıdır Hazin bir tarih dökülür dizilmiş taşlardan Belki ortası şehrin, gökdelenlerin Belki utandığından yaşlı meşe ağacından Apartman altlarına inmiş kafeler Evindeki cehennemden kaçan insanları saklar. Anlamsız bakışlarla trenlere binen Trenler ki taşıdığı gönüllerden habersiz Gönüllerde sabahlayan rüzgârlardan Mavi ateşlerden habersiz Nerde ineceğini bilmeyen Ve arkadaşlarından ödünç aldığı ellerini kaybeden gençlerin İlk vagonda sırılsıklam geçmişiyle yatan işçilerin Varlığından habersiz Bağlamıştır kollarını koynuna. Gün olur Hem orada, hem burada Ulu çınarların gölgesinde Son saatinde metro istasyonlarının Beyaz bir bulut konar saçlarına Beklenir. Gün olur Belki gelir Bir atımlık ok aslında bu hikâyenin hepsi Bir ağaç gölgesinde dinlenmek gibidir hayat Oyun ve eğlenceden ibaret Kimi gider saplanır böğrüne Dövünür kimileri de ellerini vurarak dizlerine Yırtıcı kuşlardır, bilirim konan pişmanlığın üzerine Güneşten aynalar tutarak göçmen kuşlara Öyle sessiz, öyle sinsi Toz dumandır yıldızlara karışmış hatıralar Kıpırdayamazsın bile Dün doğdum daha, kundaktayım sanırsın Sınandığını daralan nefesinden anlarsın II. Korku ırmak olur akar, bugün caddeler kalabalık Cehennem ateşi yakarlar insanlar birbirlerinin üstünde Yitirilmiş merhametin annesidir aslında İnleyen ayaklar altında. Söylentilere göre daha anneler getirilecekmiş buraya Şehvetini kusan yalnızlığa ve küfreden beyaz bulutlara Elindeki telefondan başka hatırası olmayan Saklayacak yer arayan kin dolu gözlerine Düşmanıyla barışık, dostuyla savaşan Bazıları tarafından. Korku ırmağı caddelerde Kurarlar intikam törenini Cömert kadınlara Ve henüz kibirle tanışmayan çocuklara İnfaz geceye bırakılır Kırmızı, mor, turuncu salkım salkım geceye Bir elinde karanfil belli belirsiz Bir elinde öfke okyanuslar kadar sessiz İdamlıklar duymasınlar diye sabah ezanlarını Bir elinde yine öyle uzun Öyle zalim, öyle maviyi inciten geceye Komşular, mübaşirler ve boynunda urganla dolaşanlar Buluşanlar pastane köşelerinde Seyre dalanlar denizi dalgın Kına yakanlar dağların kızıl yamaçlarına Ve mahcup saklananlar kendi yüzlerinden Aşkı tanımamış, aşkı taşıyamamış, aşka doymamış Aşka yenilmiş bir savaşçının mızrağı paramparça Bir de Ben bu çarşıların ciğerini bilirim Ben bu kadınların Diye bağırarak giden bir adam vardı. Yalnız adamın başı önündedir Kısa bir ömrün rüzgârlara verilen öfkesi İki elinin arasında ağırlaşan Park lambaları yanan belediye araçları Fosforlu giysileriyle görevliler Uzun burunlu şapkaları Naylon eldivenlerin hışırtısı yalnızca Sayıyor ve not ediyorlar sarı bir deftere Cesetler listesine Kendi adlarını da yazıyorlar bazen Yarının hazırlıklarıdır Kapana düşmüş tilki gibidir Bir köşede Titrer yalnız adam, kalbi yoktur yanında Kadınlar burcu burcu kokan uykularından Beyaz, berrak ve bekleyen sabırla Taze yataklarından Alındılar Atıldılar kentin pörsümüş ruhunun uçurumlarından III. Bir ses düşer ortaya, biraz geride kalır bakışların Sözün gelişi kara sevdalı, kalabalıklar anlamasın diye Her zamanki gibi uzaklarda unutmasınlar gözlerini Vurmasınlar mavi kuşu kanatlarından Çekirgeler talan etmesinler diye zeytin ağaçlarını Bir ayakkabı bağının, bir ateşlenmemiş fitilin fiyatını sorarken müşteriler Bir ses düşer ortaya, siler süpürür diğer sesleri Yalnız adam atlar kıyısından korkularının Şimdi yanındadır kalbi Ve en büyük zaferdir kazandığı Karşılaşınca tanır içinde akan ırmağı Uzak durur parklarda korkularını gezdirenlerden Şarkı mırıldananlardan kendi kendine Kırmızı akrepler saklayanlardan bugünün anısı olarak Dilinde yosun tutmuş bir çiçeğin rengini taşıyanlardan Biraz da görmediği, bilmediği dağlardan Baktı ardından Ağladı Güneşin arkadaşı, toprağın kadim dostu olarak Korku ve öfkeyle yontulmuş bir bıçağım olsun isterdim Yalnızca bu şehrin aldatılmışlıkları çağırsın beni Alnındaki sönmemiş son yıldız olayım Tanımasın, örtmesinler üzerime gözlerini Kırık kalbimin kurbanı olarak dolaşayım ortalarda Ardımdan karınları ağrıyıncaya kadar gülsün insanlar Birbirlerine göstererek uzun parmaklarıyla Issız bir öfkeyle başlayayım Bir tsunami sonrası rastladığım ilk insana Sarılayım Sana IV. İnternet taşımıyor yükünü yüreğimin Virane olmuş gönül haneleri uzak benden Savaş her gün kızışır, kızılca kıyamet Kahverengi tütsüler ve çelik halatlarla çekilen meydanlarda Sen yoksun işte Yabancı bir sesten başkası değil cep telefonu Kudurmuş bir köpeğin ağzı gibi çarşılar Boş boş bakıyor bulutlara ulaşmış dalgalara Gülümseyen yüzünden geriye bir şey kalmıyor Şarkı söylüyor, seviniyor çocuklar kendi ölümüne Ardından koşan hikâyeden habersiz “Denizin dibinde demirden evler” yok artık Şehir de, yıldız da, dudaklarında donmuş söz de Yani demem o ki, Buralarda ıslanmış ne varsa yalnızlığımla ilgili İnsanların utandığı ne varsa Bana aittir “Bir gün umut başını alıp gidince oğlum” derdi dedem “Sen bana lazımsın” O günler geldi çattı sonunda En iyisi Gülümsemek ve hatta bağdaş kurmak sessizce bir köşede Şimdi hakir görülen ve öfkeyle oturan Kendi acısıyla sarmaş dolaş bir hikâyenin Adresinde bulunamayan bir katilin arkadaşıyım Asık suratlı ve aşktan uzak Sahi biz kaç kişiyiz Kaç mevsim geçti yalnızlığımızın üzerinden Harap olmuş kentin tuğlalarıyla ve kedileriyle Kardeş olduğumuzu cana yakın ve doğurgan kadınlarla Kim söyler V. Yalnızlığım gidiyor işte boynu bükük Koynunda ben varım yeni yalnızlığımla Çok eskiden çekilmiş bir resmimi Sızlayan gönlümü de alarak yanına Gidiyor işte yalnızlığım Öperek alnından son yalnızlığımı Yalnız kalsın, tutunsun yine yalnızlığa diye Çalmasın hırsızlar kanayan elleriyle Ve buruşturup atmasınlar kenarlardaki çöplüğe Ve yalnızlığım korusun beni yalnızlıktan diye Biraz da ürkek, tedirgin yalnızlığımın alışkanlığı ile Arka cebimde taşırım, yoklarım arada Çok şükür yalnızlığım duruyor yerinde Gelince çoğalan, gidince çoğalan Ben bu adamın ciğerini bilirim Af dilemesi aldatmasın sizi Diye bağırarak giden bir başka adam gördüm İşaret parmağının ucunda ben vardım VI. Binbir suratlıdır yalnız adam Sürüngene benzer daha çok Korkutur yılanları yuvasından yumurta çaldığı leyleklerle Süt dökmüş kedi gibidir bazen de Korkar gördüğü tuhaf rüyalardan Hesap gününden Ayrıntılarıyla konunca önüne Aklından geçenlerin bile kaydedildiği tutanaklar İsteyince haklarını Sümüklü böcekler, salyangozlar, karıncalar Ta kutuplarda açlık sınavındaki ayılar Sıra gelmemiştir insanlara daha Korkar hesap gününden Orta yerinde mahşerin ve gözlerinin önünde herkesin Dikilirler karşısına birer alacaklı edasıyla Yalnız adam it gibi korkar yalnızlıktan Köpek taklidi yapar havadaki turnalara Havlar sarp kayalara kusmuş kertenkelelere, kelebeklere Toprak duvarlarına evlerin Uzun bacaklarına çekirgelerin Kabaran ve öten horozlara Yarasalara Baykuşlara Korkar havlar, havlar korkar yalnız adam Bulabilirse şöyle ıssız bir dost gölgesi Eşek olmak bile geçer aklından Gerinir kendine gelir Merhamet biriktirir Demem o ki Kızmaya görsün yalnız adam Çiftesi gibidir uysal atın Kendini vuran, kendini uzatan cesetlerin üzerine Kendini döven VII. Bazen öyle, bazen böyle, insandır nihayet Korku avlayan yalın kılıç işlek meydanlarda Eğilmeyen, bükülmeyen, uğramayan pazarlara Dimdik yürüyen ve yürüdüğü yeri yol eyleyen Kendi kendini yiyen acıkınca Adam dediğin yalnız olur Kıskananı olur Tökezlesin diye bekleyeni olur Bir yudum suyu esirgeyeni olur Düşmanı olur Düşman dedikse yabancımız değil Dans ederken gözlerini kapatan ve mavi sözler gezdiren cebinde Anlamsız işaretler koyan tahta kapılara Ve beslenen insan etiyle Düşman dedikse yabancımız değil Sevimlidir yüz yüzeyken Hayatını verir sandığın senin için İçimizden biri işte Altından kol saatine gizler ihanetini Ya yeraltından yürür, yahut çıkar göklere basar Gizlemek için ayakkabı numarasını Ah ne çok tanıdık var Ellerim nasır tutar, plastik eller ağırlamaktan VIII. Ağır bir sınavdır bu Biriktirdiğimiz Korumak için bir kenara bıraktığımız insanlığımızı Sabah akşam durmadan Saymayı bile beceremediğimiz bir türlü Hareket hâlindeler çünkü Karıştırıp yeniden saydığımız davarları Bir kış günü Köy meydanında Parçalıyor aç kurtlar hayvanları Paylaşıyorlar yükümüzü aslında Belki adaletidir hayatın Hayır Ağır gelir bundan fazlası Çünkü kısrak gibidir şiir Yorulur Öfkeyse kılıcıdır fakirin Çıktı mı kınından Alıncaya kadar hakkını Dönmez yerine Tarla çapalayan kadınlar bir de Yalnızca gözleri, elleri ve sarı entarileridir görünen İsyandır, öfkedir gölgelikte ağlayan çocuklar Kaçacak delik arayacaklar bir gün Bizim de var bir bildiğimiz Diye homurdanarak dağlara tırmanan bir adamı Anlatıyordu bir başka adam kalabalıklara Sıralanır omuz verirler güneşe karşı Hayaller uçuşur tepelerinde dönen kırlangıçlarla Terler bedenleri Alt oldukları nefesin hasreti sızlatır burun deliklerini Bir kadın her zaman kadın olur çünkü Su ve bulutlar şimdi en kıymetli şey Ekmek gelir sonra Akşam olursa şayet, iki odalı ev bir de Tarla çapalayan ırgatlar Sıra sıra kuşlar konmuş gibidir uzaktan Ne çarşılar, ne ölümler, ne de yokluktur onları korkutan Sadece bugüne aittirler İçlerinden birisi sevgilimdir Çakır gözlü Uzun boyludur Bin saat bekler kırpmadan gözlerini Kavil saati dolunca ve gelmeyince beklediği Başlar beklemeye yeniden Yeter ki inansın gönlündekine Çünkü beklemektir aşk Bir de dedemin yadigârıdır Saklanmıştır sandıkların derinliklerinde Yoklanmış, koklanmıştır her eleğimsağmadan sonra Buzağı böğürtüleri, karıncalar çanlarını çalar aralıksız Çünkü eşkıya bastığında güpegündüz Masum ve öksüz evleri Yerle bir olur evler Kalır aşk Gün olur Büyür toprağın öfkesi Gittiği gibi gelir yalnız adamın şövalyeleri Yanar şehrin ışıkları yeniden Gün olur IX. Cehennem ateşi yakar kalabalıklar Birbirinin üstünde Ardından bakınca ip gibi uzayan Ve dağların ardından kaybolan yollar Ulaşır bildik bir mevsime Bağdaş kurup gelmeni beklediğim bu hayatta Ölümden ötesi yok Çünkü beklemektir yiğitlik Boynundaki çıngıraktan kaçar keçiler Can havliyle Köpürür yorgun bir köpek gibi Salyalar salar göklerin maviliklerine Yanık türküler söyler Belki Kürtçe ağıtlar yakar Ağıtlar yanar Dağlar, yollar, çarşılar yanar Ne unutur yaşadıklarını, ne hatırlar Bazen eşkıya olduğunu sanır, eşkıyalarla savaşır bazen Biraz menekşe, biraz bulut, biraz umut çıkınında Umulmadık zamanlarda En uzun yerinde gözlerinin Çıkar gelir Ağır adımlarla ve düşlerden ışıklarla Sadece senin için gelir yalnız adam Alır beni de yanına Esirler bırakılacakmış bu akşam Beyaz tülbendini takar büyükannem Yalnız adam yalnızdır yine Kurşunlanmış rüyalardan kalan eski bir türkü Mahpushane duvarlarında ateş olur Arkasından hançerlenmiş beyaz bulutlar Gözyaşları zincirlere vurulmuş bir intikamın Yağmur kokar yiğit yüreği Sıkılmış yumruğundan başka bir söz yok yanında Bir de Fetih sûresi kanat geren, su veren Kuş sürüleri göklerde Yalçın dağların yaslandığı adam Sürme biriktirir sevdiğinin gözlerine Gizli gizli ağlar köşelerde Kirli mevsimler çökmesin üzerine beyaz evlerin Düşmesin ellerine konan mavi yıldızlar Bir sabah ansızın çıkar kapısından Yalçın dağların yaslandığı adam Yalnız adam Kimseden kimseye fayda yok Diye selvi söğütlerin başında bağıran Bu kez meczup bir adam Yalnız üşür Yalnız dolaşır Yalnız yaşar Ve herkese hatırlatarak yalnızlığını Gün olur Yalnız ölür Yalnız adam Kâmil Aydoğan | |||
| |||
![]() | |||
![]() | ![]() | ||
NURİ PAKDİL İLE OTUZ YEDİ YIL | FRANSA, RUSYA VE İNGİLTERE PENÇESİNDE OSMANLI DEVLETİ-III | ||
Kâmil Aydoğan - 10 Ekim 2015 | Baki Kaya - 03 Aralık 2015 | ||
6 EKİM 2015 Salı günü, yakın dostum Baki Kaya ile birlikte, Üstad Nuri Pakdil’i, Çankaya Kuloğlu sokaktaki evinde ziyaret ettik. * Nuri Pakdil’i, 1976 yılının Ağustos ayında tanıdım. Maraş İmam-Hatip Lisesi’nde öğrenciydik. Edebiyat ve sanatla ilgilenen; okuyan, yazma heveslisi üç-beş kişilik bir grubumuz oluşmuştu. Bizden birkaç sınıf ilerde bulunan merhum İbrahim Sarı başta olmak üzere, bizimle ilgilenen, bizi yönlendiren, bilinçlendiren ağabeylerimiz vardı. | Osmanlı Hükümeti bir yandan Fransa ile ittifak anlaşması yapmaya gayret ederken, bir yandan da harp işlerini bir düzene koymaya, memleket savunmasını, özellikle başkent İstanbul’un savunmasını güçlendirmeye yönelik tedbirler alıyordu. Bu meyanda yeniçeri ortaları Tuna kıyısına gönderilirken, bir yandan da orduyu takviye etmek için yeni asker toplamak üzere ferman çıkarılmıştı. Boğaz kalelerinin mühimmat ikmali yapılırken, Boğaz haricinde düşmanın asker çıkarabileceği bölgelere tabyalar inşa edilerek, buralara eğitimli askerler gönderildi. Bu sırada İngiliz donanması Bozcaada’da toplanmış bulunduğundan, Çanakkale Boğazı da takviye edilmeye çalışıldı. Sadrazam İbrahim Hilmi Paşa Ordu Başkomutanlığına atandı. | ||
DEVAMI | DEVAMI | ||
![]() | ![]() | ||
GÜNLÜKLER 02 Ekim 2015 | FRANSA, RUSYA VE İNGİLTERE PENÇESİNDE OSMANLI DEVLETİ-II | ||
Kâmil Aydoğan - 03 Ekim 2015 | Baki Kaya - 30 Ağustos 2015 | ||
2 Ekim 2015 Cuma günü, eşim Semiray, kızlarım Hicran ve Ayşe ile Hilâl’in cenaze namazı için Gölbaşı Merkez Camii’ne gittik. Daha önce de aynı camiye Hilâl’in babası, yakın dostum Hacı Duran Gökkaya’nın ve uzun yıllar birlikte çalıştığım makam şoförüm Kemal Yıldız Turan’ın cenazesi için gitmiştim. * Hacı Duran Gökkaya, Göksun’un Kızılcık köyünde doğmuştu. Çoğumuz gibi yoksul ve yorucu hayatla tanışmıştı.
| “Dünya tek bir devlet olsaydı başkenti İstanbul olurdu” General Bonapart
Fransa, Osmanlının egemenlik haklarını ihlal eden davranışlarına rağmen, onu İngiliz ve Ruslardan uzaklaştırarak kendi ittifak sistemine dâhil etme emeli güdüyordu. Napolyon bu maksatla akrabası olan Korsikalı General Sebastiani’yi İstanbul’a elçi olarak göndermişti. Eğer General Sebastiani Osmanlıyla ilişkileri siyasi yollarla geliştirip, onu Fransa’nın müttefiki olmaya ikna edebilirse ne âlâ. Aksi takdirde Adriyatik sahilinde tuttuğu 25 bin kişilik orduyla Sultan’ı tehdit ederek, onu bu ittifaka ikna etmeyi planlıyordu. | ||
DEVAMI | DEVAMI |