• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

FRANSA, RUSYA VE İNGİLTERE PENÇESİNDE OSMANLI DEVLETİ-III

FRANSA, RUSYA VE İNGİLTERE PENÇESİNDE OSMANLI DEVLETİ-III

 
Osmanlı Hükümeti bir yandan Fransa ile ittifak anlaşması yapmaya gayret ederken, bir yandan da harp işlerini bir düzene koymaya, memleket savunmasını, özellikle başkent İstanbul’un savunmasını güçlendirmeye yönelik tedbirler alıyordu. Bu meyanda yeniçeri ortaları Tuna kıyısına gönderilirken, bir yandan da orduyu takviye etmek için yeni asker toplamak üzere ferman çıkarılmıştı. Boğaz kalelerinin mühimmat ikmali yapılırken, Boğaz haricinde düşmanın asker çıkarabileceği bölgelere tabyalar inşa edilerek, buralara eğitimli askerler gönderildi. Bu sırada İngiliz donanması Bozcaada’da toplanmış bulunduğundan, Çanakkale Boğazı da takviye edilmeye çalışıldı. Sadrazam İbrahim Hilmi Paşa Ordu Başkomutanlığına atandı. Ruslara karşı sefere çıkıldığında Silistre’ye Tuna Seraskeri unvanıyla bir vali atanması adet haline gelmişti, bu sefer de Rusçuk Ayanı Bayraktar Mustafa Ağa vezir rütbesi verilerek Silistre valiliğine getirildi.
 
Osmanlı topraklarına taarruz eden Rus ordusunun planı, Bükreş’i ele geçirdikten sonra orada toplanıp, yeniden düzenlenme ve teşkilatlanmayı müteakip batıya doğru ilerleyerek, isyan halindeki Sırplarla birleşmek ve böylece Balkan yarımadasının kuzeyine hâkim olmaktı.
 
Bükreş’e doğru ilerleyen Rus kuvvetlerinin bir kısmının karşısına Bayraktar Ağa’nın askerleri çıkarak onları mağlup etti. Bir başka kısım da Pehlivan Ağa’nın pususuna düşerek ağır zayiat verdi ve esir düştü. Rusların Tuna bölgesine gelene kadarki hızlı ilerleyişleri durmuş, Osmanlılar ise burada elde edilen başarılarla umutlanmışlardı. Fakat yine de bu başarılar, Rusların Bükreş’e erişmesine engel olamadı. Daha henüz Bükreş’in düştüğü haberleri İstanbul’a ulaşmadan, Rusların Müttefiki İngilizlerin Bozcaada açıklarında bulanan Akdeniz donanmasının bir kısmı, Çanakkale boğazını geçerek İstanbul açıklarında demirledi.
 
Bu donanmanın yarattığı psikolojik şoktan istifade eden İngiliz Elçisi Sir Arbuthnot Babıali’ye bir nota vererek (25 Ocak 1807), Fransa Elçisi General Sebastiani’nin sınır dışı edilmesini, İngiltere ve Rusya ile Osmanlı Devleti arasında imzalanmış olan ittifak antlaşmasının yenilenmesini, İngiliz ve Rus gemilerinin boğazlardan serbestçe geçmesine engel olunmamasını istedi. Eğer bu istekleri kabul olunmazsa kendisinin de İstanbul’u terk edip Bozcaada’ya gideceğini ve oradan İngiliz donanmasıyla gelip İstanbul’u bombardıman edeceğini beyan ediyordu.
 
O zaman Babıali tarafından güdülen siyasete göre Rusya açıkça düşman olarak görülürken, Fransa ve İngiltere’nin her ikisiyle de iyi ilişkiler sürdürülmeye çalışılıyordu. Fakat İngilizler Ruslarla birlik olarak payitahtı tehdit etmeye kalkışınca, buna karşı canla başla karşı koyma kararı verildi.
 
Verdiği notaya olumlu cevap alamayan İngiliz Elçisi 29 Ocak 1807 gecesi gizlice bir İngiliz gemisiyle İstanbul’dan ayrılarak Bozcaada’ya gitti. Bu olay İngilizlerin Ruslarla birlikte düşmanca hareketlere girişeceklerinin de göstergesiydi.
 
Bu sıralar Çanakkale Boğazının tahkimatı, İstanbul önlerine gelmeye çalışacağı muhtemel olan İngiliz donanmasını durdurmaya yeter derece kuvvetli değildi. Bu nedenle Türk memurları ve Fransız istihkâm subaylarından müteşekkil bir heyet gönderilerek, istihkâmlarda gerekli tamir ve takviyelerin yapılmasına teşebbüs edildi. Fakat bu işe nezaret etmekle görevlendirilen personelin yeni harp usullerine ve istihkâm inşasına pek vakıf olmaması işin savsaklanmasına neden oldu.
 
Boğazlardan yelkenli gemilerle geçmek için uygun bir havayı kollayan İngilizler, bir yandan Boğaz’ı tahkim etmekle görevli Kaptan Paşa ve Fevzi Efendi’ye bu işin barış yoluyla halledileceği, Boğazı tahkim etmek için boş yere uğraşmamaları yönünde haberler yollayarak onları gevşetmeye uğraşıyor, diğer yandan da Bozcaada’daki İngiltere Elçisi İstanbul’a, memleketi terk etmediğini, buradan muhabereye devam edeceğini bir notayla bildirip onları oyalamaya çalışıyordu. İngiltere’yle iyi ilişkilerin devamından yana olan Babıali de uluslararası teamüllere uygun olmayan bu duruma itiraz etmemiş görünüyordu.
 
Bu propagandanın etkisi altında iyice gevşeyen Kaptan Paşa, zamanla yarışması gerekirken, daha Nara Burnundaki tabiyeye yerleştirilmesi gereken 54 parça topu mevzilendirmeden erlerin çoğuna Kurban Bayramı izni veriyordu. Nihayet beklediği lodosu 1807 yılı Şubat ayının 19. günü (Kurban Bayramının ilk gününe tesadüf etmiştir.) yakalayan 11 parça gemiden müteşekkil İngiliz donanması, Bozcaada’dan hareketle, herkes bayram namazındayken Çanakkale Boğazına girdi. Boğazın iki tarafındaki zaten mürettebatı eksik topların zayıf tesiri altında, Nara Burnunun ilerisinde bulunan Osmanlı donanmasını karaya oturtup, bir kaçını yaktı ve Marmara’ya girdi. Babıali bu durumdan ancak bayramın üçüncü günü haberdar olabildi.
 
İstanbul’un tehdit altına girmesi Osmanlı tarihinde ilk defa meydana geliyordu. Bu yüzden devlet ricali gece olağanüstü toplanarak alınacak tedbirleri görüştü. İstanbul’un savunması için sahiller birkaç bölgeye ayrılarak, her birinin başına nezaretle görevli olanlar belirlendi ve kıyılara tabyalar inşa edilmesine ve buralara toplar mevzilendirilmesine karar verildi.
 
İngiliz donanması Baruthane açıklarında görününce hiç harp görmemiş Sultan III. Selim bundan oldukça ürktü, fakat kısa sürede kendini toparlayabildi. Adalar civarına demirleyen İngiliz donanması hemen harbe başlamadı. İngilizler donanmanın yarattığı panik ve dehşetten istifade etmek üzere diplomatik muhabereye başladılar. Babıali’ye gönderdikleri ilk ültimatomda Osmanlı donanmasının kendilerine teslim edilmesini, Rusya ile barış yapılmasını, İngilizlerle ittifak anlaşmasının yenilenmesini; ikinci bir ültimatomla da ilk üç şarta ilaveten Fransız elçisi Sebastiani’nin sınır dışı edilmesini isteyerek, şartların kabulü için bir gün süre verdiler.
 
İkinci ültimatomun saraya gelmesiyle vekiller toplanarak, İngiliz donanmasına kuvvetle karşı konamayacağı kanaatine vararak, Sebastiani’ye gayri resmi ülkeyi terk etmesi yolunda haber yolladılar. Ancak tam da o gün Napolyon’un Eylav muharebesinden sonra Rusların ricatini bildiren mektubu Sultan III. Selime teslim edilmişti. Gerek bu mektuptaki Napolyon’un cesaretlendirici sözleri, gerekse General Sebatiani’nin ısrarlı direnme çağrıları Padişah üzerinde etkili oldu.
 
Vezirler korku ve panik içinde mütereddit toplantılar icra ederken, İstanbul halkı şehirlerini savunmak için canla başla çalışıyordu. Halkta gözlenen bu gayret Padişah ve vükelayı da cesaretlendirmiş, nihayet İngilizlerle savaşarak payitahtı savunmaya ve savunma hazırlıklarının tamamlanmasıyla da General Sebastiani’nin görevlendirilmesine karar verilmişti.
 
General ve emrindeki Fransız subayları tahkimatın tamamlanması ve topların bir an önce mevzilendirilmesi için çok çalıştılar. Padişah bile bizzat tahkimat hazırlıklarını yerinde denetleyerek iyi çalışanları ödüllendirdi. Bu arada sahil istihkâmlarını tamamlayabilmek için Babıali de İngilizlerle muhabereyi uzatarak zaman kazanmaya çalışıyordu.
 
Sonunda İngilizlerle Osmanlılar arasında uyuşma zemini olarak; Osmanlı donanmasının teslimi bahse konu edilmeden, Ruslarla barış yapılması ve İngilizlerle ittifakın yenilenmesi hususunda senet verilmesi, buna mukabil İngilizlerin de Rusların işgal ettiği kaleleri ve memleketleri Osmanlılara geri vereceklerine dair senet vermeleri, her şey normalleşip İngiliz elçisi Babıali’ye dönünce Sebastiani meselesinin ayrıca görüşülebileceğini içeren müsvedde ile İngilizlere gönderilen İshak Efendi müzakere ve onay süreci için dört gün mühlet alarak geri döndü.
 
Kazanılan bu sürelerden istifade edilerek sahil tabyalarının inşası bitirilmiş ve 2000’i aşkın top bu tabyalara mevzilendirilmişti. Diğer yandan Seydi Ali Reis’in komutasındaki Osmanlı donanması da İngilizlerle deniz muharebeleri hazırlıklarını tamamlamıştı.
 
Bu gecikmelerle İstanbul’u tehdit edebilme imkânını kaybettiğini anlayan İngilizler isteklerini biraz hafifleterek kabul ettirmeyi denedilerse de, kuvvetçe üstün olduğunun idrakine varan Babıali bu istekleri bu kez yekten reddetti.
 
Ret cevabını alan İngilizler, sahil bataryaları ve Osmanlı donanmasının hücumu ile iki ateş arasında kalacaklarını anlayarak taarruza cesaret edemediler. Bu arada Çanakkale Boğazının tahkim ve takviyesi için de büyük bir çaba gösterilmişti. İngiliz donanması bir süre daha Marmara’da kalırsa Çanakkale Boğazından çıkabilmesi zora girecekti. Bu sebeple İngiliz donanması Marmara’ya girdiğinin onuncu günü müsait poyrazı yakalayarak geldiği gibi gizlice çekip gitti. Bu arada elini kolunu sallayarak geçtiği Çanakkale Boğazında iki gemisini kaybetti. İngilizler böylece verdiği zayiatla zayıflamış olarak Bozcaada’ya tekrar demirledi ve Boğazı abluka altında tutarak İstanbul’a erzak akışını sekteye uğrattı.
 
Sebatlı, azimli ve inatçı bir millet olarak bilinen İngilizlerin ciddi bir hedefe ulaşmaksızın giriştiği bu hareketler, bunun göstermelik bir hareket olduğu şeklinde söylenti ve yorumlara neden oldu. Osmanlıların o zamanki devlet ricalinin çoğu İngiltere’ye meyyaldi. O güne kadar Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında bir husumet vaki olmamıştı. Osmanlı Devleti Avrupa’da özellikle İngiltere ile uyumlu bir politika izlemeye gayret ederdi. Devlet ricalinin ileri gelenleri İngiltere ile İttifakın devam ettirilmesinden yanaydı. Dolayısıyla İngiliz donanması İstanbul açıklarında ilk görüldüğünde gönderdikleri ültimatomla istedikleri hususların karşılanmasında Babıali muvafık bir tutum takınmıştı.
 
Halkın direnmek için gösterdiği olağanüstü gayret ve Sebastiani’nin kararlı duruşu Padişahı bu taleplere karşı direnmeye sevk etmişti.[1] Padişah da zaten Fransa tarafına meyletmiş olduğundan devlet ricali Padişahı bu fikirden uzaklaştırıp kendi görüşlerini kabul ettiremiyordu. Bu yüzden devlet ricalinin gizlice İngiliz donanmasını İstanbul önlerine çağırdığı ve bunun yarattığı korku ve dehşet ile Padişahı tekrar İngiliz ittifakına ikna etmeyi amaçladığı iddia ediliyordu. Bu gizli ve hain plandan haberdar olduğu için Çanakkale Boğazında tahkimat işini ağırdan alarak savsaklayan, bu işe nezaretle görevli Fevzi Efendi’nin idamına dair, Padişah emir vermesine rağmen ricalin bu adamı affettirmeye yönelik girişimleri de, bu iddia sahiplerince iddialarına delil olarak gösterilmiştir.[2]
 
İngilizler İstanbul önlerine demirlemişken Sebatiani’nin donanmanın devlet ricalinin isteğiyle geldiğini yeniçeri ağalarına söylemesi, İngilizlerin de donanmanın İstanbul önlerine gelmesinin yeniçeri ocağının kapatılması amacına yönelik bir girişim olduğu söylentisini yayarak, bunu doğrulayacak tarzda propaganda yapması, yeniçerilerle devlet ricali ve Padişah arasındaki güvensizliği büsbütün artırarak, gelecekte Padişahın sonunu hazırlayacak sürecin de fitnesini yakmış oluyordu.
 
O sırada Hicaz tarafında zuhur eden Vehhabi isyanı dolayısıyla Hicaz yolunun Osmanlı hacılarına kapanması ve Çanakkale boğazının çıkışının İngilizlerce ablukaya alınmış olması nedeniyle, Mısırla muhabere ve Hicaz’a ulaşım imkânları oldukça kısıtlanmıştı. Bütün bu hadise ve söylentiler devlet ricali ve Padişah’a duyulan güveni sarsıyor, yönetimle halk ve yönetimle yeniçeriler arasındaki ilişkiyi zehirliyordu.
 
1807 yılı Mart ayı sonlarında İngilizlerin bir donanmayla İskenderiye’yi bombalayarak zapt ettikleri haberi geldi. Bu olay da halkın maneviyatını oldukça sarstı. İngilizler İskenderiye’yi iyice zayıflamış bulunan kölemenler aracılığıyla yönetmek istediler. Ancak Mısır’da gittikçe güçlenen Mehmet Ali Paşa’nın askerleriyle yaptıkları muharebeleri kaybederek çekilmek zorunda kaldılar.
 
İngiltere’nin Mısır’a taarruzu üzerine Osmanlı Devleti İngiltere’ye de harp ilan ederek, ülkesinde bulunan İngiliz tebaalarının mal ve mülklerine el koydu. Fransa ile ittifak girişimleri de bir sonuca ulaşamadı.  Bütün bu olaylar göstermiştir ki devletlerarası ilişkilerde kalıcı dostluklar, ittifaklar yoktur. Devletler birbirleriyle ittifak halindeyken de, savaş ilan etmeksizin savaşabilmektedir. Devletlerarası ilişkilerde tek kural sürekli güçlü ve uyanık olmaktır. Elbette konjonktürel olarak bazı ülkeler birbirleriyle ittifak etmektedir, edecektir. Bu, verilen söz ve atılan imzalara sadık kalmak için değil, her iki tarafın da çıkarına olduğu için sürdürülür. Çıkarlar çeliştiği veya ortadan kalktığı zaman ne verilen söz, ne de atılan imza kalır. Devletlerarası ilişkilerin gizli, örtülü yanı her zaman açık, şeffaf yanından daha fazladır. Maalesef bu ilişkilerde yalan, aldatma, tuzak, şantaj, tehdit, kuvvet gösterisi ve çatışma yaygın olarak kullanılır. Bunu unutan devletler diğerlerinin avı olmaktan kurtulamaz. Nitekim Osmanlı Devleti de, devletler oyununun kurallarına uy(a)mamanın cezasını, emperyalist devletler arasındaki çatışmanın “Şark Meselesi” adı altında yüz yıl sürecek bir hedefine, bir metaına dönüşerek ödedi.
 


[1] Cevdet, cilt VIII Sf:100
[2] Asım Tarihi, cilt I Sf:236-237 


Baki Kaya
Konuk Yazar
 

Yorumlar - Yorum Yaz