• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

İÇİMİZİN YILDIZLARI SUNUŞ

19 Eylül 2015

İÇİMİZİN YILDIZLARI
SUNUŞ

Her kitabın bir öyküsü var.

Belki kitabın öyküsü içindekilerden daha uzundur ama biz onları görmüyoruz.

Bu kitap önce Edebiyat Dergisi Yayınları’ndan Köy Yazıları adıyla ve incecik bir hacimle 1982’de yayımlandı.

İlk kitabımdı.

2006’da Hece Yayınları’ndan içimizin Yıldızları adıyla ve sayfa sayısı iki katına çıkarak yayımlandı.

Elinizdeki ikinci baskısı.

Ama bu kez de yine sayfa sayısı iki katına çıkıyor. Birçok ekler yapıldı.

Belki üçüncü baskısı çok daha kalın olacak.

İçimizin Yıldızları herhangi bir türe, herhangi bir kalıba sığmıyor.

İçinde kısa öyküler var; anılar, günlükler, denemeler, makaleler, fıkralar, hatta şiirler var.

 

Aslında her kuşağın da bir öyküsü var.

Bin dokuz yüz otuz ile bin dokuz yüz altmış arasında doğan kuşağı; yani babalarımızla bizim kuşağı, diğerlerinden ayırmak gerek.

İlk insandan bu yana, bu kuşak kadar, aynı hayat içinde, bu kadar farklılıklarla karşılaşmış başka bir kuşak yoktur herhalde.

Bu kuşak hem kağnıya bindi, hem uçağa.

Çoğu, köyünden ilk kez çıktı ve şehirle tanıştı.

Komşu köy bile oldukça uzakken, birden dünya küçülüverdi.

Ocağın, idarenin, gaz lambasının ışığından; albenili, renkli reklam panolarına, göz kamaştıran avizelere ulaştı.

Hepsini bir ömür içinde yaşadı.

Karasabanı da kağnıyı da lüks otomobilleri de aynı kişi kullandı.

Kömürle ağaç kabuklarına yazdı; bulabilirse divit, ispirtolu kalem kullandı; sonra daktilo, bilgisayarla tanıştı, dokunmatik araçlara ulaştı sonra da.

Ömrünün bir bölümünü, bin yıl önceki insanla, neredeyse bire bir aynı şekilde sürdürdü.

Ömrünün bir bölümünde ise, bu günün koşulları ile geleceğin dünyasını tasarlamaya çalıştı.

Otuz Yıl Kuşağı diyelim buna, bin dokuz yüz otuz ile bin dokuz yüz altmış arasında doğanlar.

Olan bitenlere şaşkınlıkla, hayret ve hayranlıkla bakan kuşak.

Bu kuşak, sükûnetle yaşayamadı.

Her gün yeni bir durumla karşılaştı ve bu yeni duruma alışmaya çalışırken, karşısına yeni bir durum daha çıktı.

Bir de Otuz Yıl Kuşağı’nın çocukluğu, gençliği yoksulluk içinde geçti.

Oradan hayâl bile edemediği olanaklara kavuştu.

Bütün bir ömrün üstüne boşalan bunca serüvenden hiç kimse kaçamazdı.

Durup düşünmeye, dünyaya, hayata, olanlara hikmetle bakmaya; kendi dünyasına eğilmeye fazla vakti de olmadı bu kuşağın.

Bu kuşağın “gönül” dünyasının da aklının da hareketlerinin de yaşadıklarına benzemesi son derece doğal.

Her gün yeni bir rüyanın etkisiyle dolaşıyor ortalarda.

Bu kitap, biraz da bunların yansıması işte.