• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

BABAM

08 Eylül 2015

BABAM

Babamla ilgili daha önce de yazdım.

Şimdiye kadar her ne yaptıysam, yazdıysam, O’ndan aldığım ilham, güç ve cesaretle olmuştur.

Sık sık yaptığımız telefon görüşmeleri bile iç dünyama yeni şeyler katar.

*

Babam epeyce hasta.

Temmuz ayında Almanya-Nürnberg’teyken yaptığımız bir telefon görüşmesinde, “Seni dünya gözüyle bir daha görebilecek miyim acaba?” dedi.

Bu söz, o gece içimde büyüdü ve bir gün sonra uçakla Ankara’ya geldim.

Ankara’dan da torunlarım Elif ve Eren, kızlarım Hicran, Ayşe Hicret ve oğlum M. Mustafa ile erkenden Maraş’a yola çıktık.

Yedi saatlik kara yolculuğundan sonra Maraş’ta, babamın yanında sadece üç saat kalabildik.

Kızım Merve yeni doğum yaptığından, Semiray da Almanya’da olduğundan bize katılamadılar.

*

Dört kuşak, babamla üç saat birlikte olduk.

Babam, hasta yatağında zor konuşuyordu ama bizleri karşısında görünce o kadar mutlu oldu ki, âdeta sağlığına kavuşmuştu.

*

Geçtiğimiz günlerde, benzer bir program yine yaptık.

Bu kez Semiray ve M. Mustafa ile birlikte gittik ve babamla daha uzun zaman geçirdik; daha özel şeyler konuştuk.

*

Seksenden fazla yaşı.

Hayat O’nu çok yordu. Çok az kişinin yaşadığı çileli bir ömür sürdü.

Hayatı romanlara, yazılara konu oldu.

Hayatın O’na yüklediklerinden, yaşadıklarından söz etmeyeceğim.

Onlar, böyle bir yazıya sığmaz.

*

Birçok hastalığı var. Temel ihtiyaçlarını karşılamakta bile zorlanıyor. Namazlarını oturarak kılıyor. Buna da şükrediyor; “Kimseye muhtaç değilim, ne büyük saadet!” diyor.

Gözleri görüyor, “Her gün bir cüz Kur’an okuyorum, bundan büyük mutluluk olur mu?” diyor. “Sadece bu durum bile şükretmem için önemli bir sebeptir.” diyor.

Ses tellerindeki rahatsızlıktan dolayı kısık sesle ve güçlükle konuşuyor.

Hayata, olaylara hep olumlu yanından bakıyor.

İman ve tevekkül abidesi bir çınar gibi oturuyor.

İri yarı, kuvvetli, heybetli adam; zayıf, cılız, yerinden kalkamayan bedenle ama yine “büyük”, yine derin, yine hikmetle söyleyen, yine yol gösteren, yine umut aşılayan bir “rehber” olarak oturuyor.

Söylediği her sözü dikkatle dinlemem ondandır.

*

Babam hiç okula gitmemiş.

Okuma yazmayı çocukluğunda, köyde, çam kabuklarının üzerine kömürle yazarak, kendi kendine öğrenmiş.

Çok kitap okudu.

Kur’an’ı Kerim’i ise beş-altı yaşlarındayken, dedemin, o yıllarda yasak olmasına rağmen evine gizlice getirdiği Abdulkadir Hoca’dan öğrenmiş.

*

Babam, yedi yaşından beri namazlarını hiç aksatmadan kılmış. Geçirdiği tek vakit namaz yok: Sahib-i Tertib.

“Namaz borcum yoktur.

Fazladan, hemen hemen her gece kalkarak kıldığım “gece namazları” var.

Ama günahlarımdan korkuyorum.

Mü’min, hatalarını, günahlarını büyütmelidir. İyiliklerini ise unutmalıdır.

Kimsenin hakkını bilerek yemedim. Tuzak kurmadım, incitmedim, ama Allah’a bu dünyanın en çok kusur işleyeni gibi dua ediyor, af diliyorum.

Öte dünyadaki akıbetimizle ilgili hiçbirimizin garantisi yoktur.

Ümitle korku arasındayım.

Ama ben Allah’ın merhametine güveniyor, sığınıyorum.”

*

Babamın öyle bir Ahiret inancı var ki, orada olacakları anlatırken sarsılıyor, gözyaşlarını tutamıyor.

“Hesap gününü çok ciddiye almalıyız.

Büyük Mahkeme kurulduğunda herkes dehşet içinde olacak; kimseden kimseye fayda olmayacak. Herkes ne ektiyse onu biçecek. Zerre kadar iyiliğin de, kötülüğün de karşılığını alacak.

Öyle bir mahkeme ki, her bir kişinin mahkemesini, bir kalburun, bir leğenin içinde gibi, bütün insanlık seyredecek.

Seyredenler titreyerek sırasını bekleyecek. Yaptığımız bütün gizli kapaklı işler, söylediğimiz gizli kapaklı sözler, orada, bütün insanların gözleri önünde, her ayrıntısıyla gösterilecek.

İşte benim en korktuğum sahne burasıdır.

‘Allah’ım benim mahkememi gizli yap. Ayıplarımı, kusurlarımı insanların önüne döküp saçma, beni mahcup etme’ diye her gece yakarıyorum.”

*

Babam bunları o kadar doğal, o kadar samimi, o kadar inanarak anlatıyor ki, hemen yarın bu mahkeme kurulacakmış gibi kesin bir inançla.

Hıçkırıyor.

*

Oğlum M. Mustafa ile bana dönüyor.

“Bakın, bu dünyada yapacağınız en önemli şey namazlarınızı geçirmemektir.

Bu dünyada namazdan öncelikli hiçbir şey yoktur.

Namaz, bir numaradır.

Büyük Mahkeme yakında kurulacaktır.

Gençliğinize, gücünüze, malınıza, aklınıza güvenmeyin.

Bunlar geçicidir.

Yaptıklarınız bütün insanların gözleri önünde, önünüze konacaktır.

İnkâr da edemeyeceksiniz, mazeret de bulamayacaksınız.

 

Size bir sır vereyim:

Gecenin en ıssız saatinde secdeye kapanın. ‘Allah’ım, mücrim (günahkâr) kulun huzuruna geldi. Büyük bir pişmanlık içinde geldi. Kalpleri bilen ve hükmeden sensin. Büyük pişmanlıkla beraber senin merhametine sığınıyor’ diye her gün; her gün yapamıyorsanız sık sık yapın.

Umulur ki, affeder.

 

Geldik, gidiyoruz.

Bu dünyada çektiklerimizin bir kıymeti yoktur.

Önemli olan Öte Dünya’da, Rabbimin nimet verdiklerinin, affettiklerinin içinde, bir arada olmaktır.

Hep beraber, orada buluşmaya gayret edelim.”

*

“Ölürsem, Kâmil oğlum, Almanya çok uzak, ta oralardan gelmene gerek yok. Görüştük işte, çok şükür.

Fatiha oku, Hatim oku.

Sana bütün haklarım helal olsun. Ben senden, yerden göğe kadar memnunum, Allah da senden razı ve memnun olsun, seni incitmesin, Allah’ım seni korusun.”

 

“Aman ha Mustafa’m, namazlarına dikkat et, geçirme.

Gençliğine güvenme, nasıl geçtiğini anlayamazsın. Unutma ki bu konuda kimseden kimseye fayda yok.”

*

Babam sırtını yastığa dayamış, yarı oturur vaziyetteydi.

Kısık sesiyle ve çoğu gözyaşları içinde konuştu, konuştu.

Dokuz çocuğunun çoğu odadaydı. Ama daha çok bize hitap etti.

Çünkü onları daha sık görüyordu, biz uzaktan gelmiştik.

 

Sonra Semiray’a döndü.

Aynı şeyleri O’na da söyledi.

“Hakkım sana da helal olsun kızım. Ben senden memnunum, razıyım. Allah da senden razı ve memnun olsun.” dedi.

Semiray da çok güzel sözler söyledi.

“Bize atalık yaptın, kol kanat gerdin. Senin varlığın, her zaman bize güç verdi; bize dua ettin, dualarınla korudun bizi.” dedi.

*

Babam mutlu, memnun ve yorgundu; uzandı.

“Öldüğümde geç vakit bile olsa bekletmeyin, defnedin.

Sakın beni acil servislerde, morgda yatırmayın.”

 

“Ne bu dünyadan bir beklentim var, ne de bu dünyaya ihtiyacım var.

Ben Rabbime kavuşmak istiyorum.

O, ne güzel bir karşılayıcıdır.”

*

Babam, ömrü boyunca gecekonduda oturdu.

Şimdiki oturduğu ev de, çocuklarının oturduğu üst katın dışında, iki odalı, tuvaleti dışarda, basit bir ev.

Babamın evinde hiçbir zaman, örneğin bir mobilya takımı olmadı.

Yatak odası takımı da olmadı.

Ömrü boyunca, dışarda ailesiyle birlikte, bir kez bile yemek yiyemedi.

Oturduğu odada iki kanepe var. Birinde kendisi yatıyor, diğerinde gelen gidenler oturuyor. Oda küçücük, tek pencereli.

Babamın bütün elbisesi, duvara çivilenmiş askılığa asılmış bir iki gömlek ve bir şalvardan ibaret.

Onları da son yıllarda hiç giymedi.

Dışarıya çıkamıyor çünkü.

*

Babamla bir bakıma böyle vedalaştık.

Aslında herkesin, ayrılırken birbiriyle vedalaşması gerekiyor.

Genç olsun, yaşlı olsun, fark etmiyor; ayrılık her an yanı başımızda.

*

Belki babamın özel duygu ve özel durumlarını da anlatmış oldum.

Bunları yazıp yazmama konusunda tereddütler de geçirdim.

Ama yazılması gerektiğini düşündüm. Elbette yazamadıklarım da var.

Babamın hem söyledikleri, hem de mütevazı hayatı gelecek kuşaklara “ders” verebilir diye düşündüm.

Hepimizin bunları sık sık duymaya ihtiyacı var.

Şayet kalbimiz yerinde duruyorsa, şayet aklımız ve vicdanımız henüz uçup gitmemişse, bunlardan ibret alır, etkileniriz diye düşündüm.

*

Babamın, eşyadan ve dünyadan uzak, ıssız, loş odasında çok değer verdiği iki şey var: Birisi elli yıldır hiç değiştirmediği ve “elli yıllık dostum” diye bahsettiği, sık sık öpüp başına koyduğu Kur’an’ı Kerim’i; diğeri de yine yıllardır kullandığı, artık rengi solmuş seccadesi.

*

Gördüm ki babam, dünyanın telaşını sırtlanmış herkese çok acıyor.


YORUMLAR

Ahmet PALA

Okudum, etkilendim, paylaştım; Değerli müdürüm babanıza Rabbimden sağlık ve afiyet diliyorum! Yazmanız iyi oldu, ibret almak isteyenler için çok dersler var... Selâm ve dua ile Allah'a emanet olunuz!..

Ömer ÖZEN

Değerli hocam, çok guzel mütevazi bir şekilde babanızı anlatmışsınız, nasihatlari çok anlamlı, ben hep soylerim, "büyüklerimiz varsa, ziyaretlerini ertelemeyelim." Kâmil müdürüm de öyle yapmış, iyi de yapmış. Allah razı olsun ondan. Babaya da Allah şifalar versin. Bu yazıda biraz da biz kendimizi gördük.

Ömer KIZIL

Rabbim kalan ömrünü sıhhatli geçirmeyi nasip etsin.

Bilal KAZAN

Gerçekten çok güzel bir yazı olmuş, elleriniz dert görmesin.