• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

FRANSA, RUSYA VE İNGİLTERE PENÇESİNDE OSMANLI DEVLETİ - I

04 Temmuz 2015

FRANSA, RUSYA VE İNGİLTERE PENÇESİNDE
OSMANLI DEVLETİ - I
 
On dokuzuncu yüzyılın başlarında İkinci İttifak’a katılmış bulunan Rusya İmparatoru I. Pavel Avusturyalılara kızarak bu ittifaktan soğumuş, kara ve deniz kuvvetlerini ittifaktan geri çekmişti. Hatta Malta meselesi yüzünden İngilizlerle arası açıldığından, İngiltere aleyhine kuzey devletleriyle bir ittifak oluşturmaya çalışmış ve Bonapart’la anlaşıp, Rus ve Fransız askerlerinden oluşacak bir seferi kuvvetle Hindistan’a müşterek bir taarruz yapma hayalleri kurmuştu. Lakin İngilizler daha seri davranarak, St. Petersburg’da kışkırtmalar yapmışlar ve yarım akıllı olduğu iddia edilen Çar Pavel’i saray ileri gelenleri ve bazı yaverleri vasıtasıyla boğdurtmuşlardı (Mart 1801).
 
Pavel’in öldürülmesi bir süreliğine Osmanlı tarafında geçici bir rahatlama meydana getirdi. Çünkü Pavel, Balkanlarda Sırplar ve Karadağlılar arasında kışkırtmalarda bulunuyor ve Yedi Yunan adasında gelecekte Yunanistan’ın nüvesini teşkil edecek bir devletçik kurdurmaya uğraşıyordu.
 
Pavel’in yerine geçen oğlu I. Aleksandr İngiliz veya Fransızları tercihte tereddüt göstermiş, sonunda Fansa ile bir barış anlaşması imzalamıştı. Ne var ki bu anlaşma İngilizlerin aleyhinde olmayıp, Fransa ile İngiltere’nin uyuşmasına önayak olacaktı.
 
1801 yılı Ekim ayında İngiltere ve Fransa Mısır’ın Napolyon tarafından işgal girişimiyle su yüzüne çıkan sorunları çözmek üzere bir ön anlaşma imzaladılar. Bu ön anlaşmadan bir hafta sonra, bu kez Osmanlı Devleti’nin Paris büyükelçisi Seyit Ali Efendi ile Fransa Dışişleri Bakanı Taleyran arasında Mısır sorununun çözümüne yönelik bir ön anlaşma imzalandı (9 Ekim 1801). Bundan altı ay kadar sonra da, İngiltere ve Fransa arasında Amiens Barış Anlaşması imzalandı (25 Mart 1802). Bu anlaşmayla, Fransa’nın Mısır’ı Osmanlı Devleti’ne iade etmesi, Yedi Yunan adasında Osmanlı Sultanı ve Çarın himayesinde müstakil bir devlet kurulması, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması öngörülüyordu.
 
Öte yandan İngiltere Krallığı, Osmanlı Devletinin Fransa ile ayrı bir anlaşma yapmasını istemiyor, asıl barış anlaşması yapılırken Osmanlı Devleti menfaatlerinin de İngiliz azalar tarafından savunulması gerektiğini ileri sürüyordu.  Fakat İngilizlerin bu isteğini kabul etmenin, bir bakıma Osmanlı Devleti’nin İngiltere’ye tabi olması anlamına geleceğinden dolayı, Babıali bu isteği kabul etmemiştir.
 
Bunun üzerine İngiltere Osmanlı elçisinin de Amiens barış görüşmelerine katılmasını talep etmiş, bu kez de, Osmanlının kabul etmesine rağmen Fransa buna yanaşmamıştır. Çünkü Bonapart Osmanlı Devleti ile ayrı bir barış anlaşması yapmayı istiyordu.
 
Fransa ile İngiltere’nin birbirine zıt taleplerde bulunması menfaatlerinin birbirine zıt olmasıyla açıklanabilir. Fakat her ikisinin isteği de Osmanlının menfaatine değildi. İngiltere Osmanlı Devletini arkasına takıp yürütmekle, bir bakıma onun üstünde hami rolü oynamak istiyordu. Fransa ise İngiltere’nin taraf olmadığı bir anlaşmayla Osmanlı Devleti’ne karşı hareket serbestisini korumak istiyordu. Osmanlı Devleti ise ne Fransa ne de İngiltere ile bozuşmak istiyordu. Zira müttefiki olduğu halde İngiltere daha henüz İskenderiye’yi boşaltmamış, Ruslar da Yunan adalarını tahliye etmemişlerdi.
 
Bu yüzden müttefiklerinin niyetlerinden emin olamayan Osmanlı Devleti Fransa ile barış anlaşması yapmak üzere Amedçi Galip Efendi’yi Paris’e gönderdi. Galip Efendi ile Fransa Dışişleri Bakanı Taleyran arasında imzalanan on maddeden oluşan barış anlaşmasının (29 Haziran 1802) bir de gizli maddesi vardı. Taraflar bir yandan anlaşmanın 5. maddesi gereğince birbirlerinin toprak bütünlüğünü taahhüt ederken;  diğer yandan gizli maddede beşinci maddenin uygulaması şöyle açıklanıyordu: “Taraflar birbirlerinin toprak bütünlüğünün korunmasına kefil olsalar da, bu madde Fransa’nın diğer devletlerle savaşlarında Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesini zorlamayıp, bu hususta Osmanlı Devleti’nin kendi vereceği karara göre hareket edeceği” karara bağlanıyordu.
 
Osmanlı Devleti ile Fransa arasında yapılan bu anlaşmada ne Mısır, ne Yunan adaları, ne de Venedik’ten alınan şehirler ve sahiller konu ediliyordu. Bunlara ilişkin hususlar ancak Amiens Anlaşmasında, yani Osmanlının müzakerelerine bile katılmadığı bir barış anlaşmasında anılıyordu. Ancak, Osmanlı-Fransız Barış Anlaşmasının 4. maddesinde Amiens Antlaşmasının içeriğinin taraflarca kabul ve tasdik edildiği ifade ediliyordu. Bu durum, bir ülkeye ait meselelerin, başka iki yabancı devlet arasındaki bir anlaşma ile halledilmesi gibi bir garipliği yansıtıyordu.
 
Amiens Barış Anlaşmasıyla Avrupa’da başlayan barış dönemi ancak bir yıl kadar sürdü. 1803 yılı Mayıs ayında İngilizlerle Fransızlar tekrar karada ve denizde savaşmaya başladılar. Bu harbin başlamasından bir yıl sonra Birinci Konsül Bonapart, I. Napolyon unvanıyla Fransa İmparatoru ilan edildi. O günlerde İngilizler Rusya ve Avusturya ile Üçüncü İttifakı topladılar. Osmanlı Devleti bu ittifaka girmedi.
 
Aslında ülkedeki ıslahat ihtiyacını gören ve Bonapart’a hayran olan III. Selim, İkinci İttifak’a da çaresizlikten girmişti. Napolyon hem Osmanlı ile Fransız elçileri vasıtasıyla hem de III. Selim’e yazdığı mektuplarda Osmanlının toprak bütünlüğünden yana olduğunu, hatta Osmanlının kaybettiği yerleri geri almasını desteklediğini ifade etmekteydi. Lakin Bonapart’ın bu söylemlerinde samimi olmadığı, fırsat buldukça “hissemizi alalım, yani Türkiye’yi taksim edelim” fikrini Rus ve Avusturya İmparatorlarına açmasından anlaşılmaktadır.
 
Öte yandan Sultan III. Selim’in Napolyon’a samimi muhabbeti vardı. Bonapart’ın askeri gücü ve başarıları, yenilenlerin Avusturya ve Rusya olmasının da etkisiyle, III. Selim’de takdir hisleri uyandırıyordu. Bonapart’ın mektuplarında sarf ettiği dostluk sözlerinin sırf siyasi maksatla kullanıldığını idrak edemiyor, onu cidden Osmanlı Devleti’nin dostu kabul ediyordu.
 
Bu arada Rusya’nın Kafkasya ve Tuna istikametindeki faaliyetleri İngiltere’nin hoşuna gitmiyordu. Osmanlının toprak bütünlüğünün korunmasını kendi dış politikasının merkezine yerleştirmiş olan İngiltere Başbakanı William Pitt, Rus Çarı I. Aleksandr’ı şarktan döndürerek, Fransa aleyhine çevirmeye çalışıyordu. Rusya’yı ise en çok meşgul eden mesele, Bonapart’ın tekrar şark istilasına başlayıp, Rusya’nın gelecek emellerini engellemesi ihtimaliydi. Fransa’nın şarkı istila ihtimali Rusya kadar Avusturya’yı da endişelendiriyordu. Çünkü Avusturyalıların da bazı Osmanlı topraklarında gözü vardı.
 
Bu sırada Osmanlının iktisadi, askeri ve idari zaaflarından en çok istifade etmeye çalışan ülke Rusya idi. Rusya, Sırp ve Karadağlıları isyan ettirmiş, Rum ahali arasında da nifak tohumları ekmeye başlamıştı. Rumeli’de Osmanlının toprak bütünlüğünü parçalayıcı bu eylemleriyle aynı zamanda Güney Kafkasya’da da işgal ve ilhak politikaları güdüyor ve bunu Osmanlı’ya kabul ettirmeye çalışıyordu. Osmanlı Devleti’nin müttefiki(!) olan Rusya, bu sıralarda Gürcistan’a ve Kafkasya’nın Karadeniz sahillerine yerleşmiş bulunuyordu. Osmanlı Devleti de Rusya ile ittifakı bozarak, daha ileri bir düşmanca tutuma yol açmaktan çekiniyordu.
 
Zamanı dolmakta olan Osmanlı-Rus ittifak anlaşmasının yenilenmesi için 1805 yılında Osmanlı Devleti’ne başvuran Rusya, Osmanlı tebaası Hıristiyanların bundan böyle Rusya’nın himayesinde olacağını ifade eden bir maddenin anlaşmaya eklenmesini talep ettiyse de, Osmanlı’nın İngiltere ve Rusya ile ittifaktan kaçınarak daha fazla Fransa’ya yanaşacağı endişesiyle bu istekten vazgeçti. 24 Eylül 1805’te Osmanlı Devleti ile Rusya arasında dokuz sene geçerli olacak bir tedafüi(savunma) ittifak anlaşması imzalandı. Bu anlaşmada iki tarafın gerektiğinde birbirine yapacağı yardıma kadar birçok husus açıklıkla ifade edilmiştir.
 
İngiltere’den bile saklanan anlaşmanın gizli maddelerinde, Rus Çarı Fransa ile harbe girerse, Osmanlı Sultanı savaş süresince Rusya İmparatoru’nun Akdeniz istikametinde ihtiyaç olduğunda göndereceği deniz kuvvetlerinin, mühimmat ve ikmal gemilerinin İstanbul Boğazı’ndan geçmesine müsaade edeceğini, Osmanlı ve Rus gemilerinden başka devletlerin gemilerine boğazların kapalı olacağını kabul ediyordu.
 
Bu anlaşmayla, geçerliği çok kısa da sürse, Osmanlı Devleti başka devletlerle yapabileceği ittifaklar hususunda Rus Çarına bir tür vekâlet veriyor, adeta kendi eliyle vesayet altına giriyordu. Bu anlaşmanın imzalanmasından yirmi gün önce Sadrazam’ın Rusya elçisine verdiği bir resmi senette, bu ittifak anlaşmasından başka, Küçük Kaynarca(1774), Aynalıkavak(1779), Kırım’ın Rusya’ya ilhakını tasdik(1783) ve Yaş (1791) anlaşmaları ile 1800 yılında Eflak ve Boğdan’da Osmanlı Devleti’nce tanınmış yeni durumun, ittifak anlaşmasının açık 12. maddesinde zikredilmiş gibi kabul edildiği beyan ediliyordu. Mezkur anlaşma ve senetlerin hükümleri uyarınca Rusya, Eflak ve Boğdan’ın işlerine bir nevi müdahale hakkı elde etmiş, Beylerin seçim ve görevlendirmelerine karışmaya başlamıştı.
 
1805 yılı Aralık ayının ikinci günü Fransız imparatoru Napolyon, Austerlitz Meydan Muharebesinde, Rusya İmparatoru Aleksandr ile Alman İmparatoru Frants’ı yendi. Bu haber Osmanlı-Rus ittifak anlaşmasının onaylanmış suretlerinin karşılıklı olarak teatisinden bir gün sonra ulaştı (30 Aralık 1805). Eğer doğal meyli Fransa’dan yana olan Osmanlı Hükümetine bu haber eğer bir gün önce ulaşmış olsaydı, ittifak anlaşmasının onayının ertelenmesi ihtimali vardı.
 
Austerlitz zaferini müteakip Napolyon’un Sultan III. Selime yazdığı mektup gecikmedi. Mektubu getiren subay ile Osmanlı Devlet ricalinin konuşmaları bizzat Dışişleri Bakanının boşboğazlığı ve Dışişleri Bakanlığında üst düzey bürokrat kadrolarını işgal eden, o zamanki paralel yapılanma olan Fenerli Rum Beylerinin hainliği yüzünden Rusya ve İngiltere Büyükelçilerine sızdı. Rusya ve İngiltere Büyükelçilerinin baskıları altındaki Babıali Paris’e olağanüstü yetkilerle donatılmış bir Büyükelçi olarak Muhip Efendi’yi gönderdi. Muhip Efendi Rusya ile Osmanlı devleti arasındaki sorunların Osmanlılar lehine çözümlenmesi hususunda Fransa’nın desteğini sağlamaya çalışacaktı. Fakat Osmanlı’nın bu planından yine Dışişleri Bakanı, ahlaken düşkün ve geveze bir adam olan Vasıf Efendi ile hain Dışişleri bürokratları yüzünden Rusya ve İngiltere’nin önceden haberi olmuştu. Haddizatında Napolyon’un İstanbul’dan bir elçi istemesi, Rusya ile müzakerelerde Osmanlı kartını da oynama ve Rusya’yı kendisine daha çok ve çabuk yakınlaştırma maksadına matuftu.
 
Paris’te Napolyon’la görüşmesi bile oldukça geciktirilen Muhip Efendi, Fransa Dışişleri Bakanı Taleyran’la görüşmelerinde Fransa’nın isteğinin, Osmanlı Devletini Rus ve İngiliz ittifaklarından ayırarak, kendi elinde istediği gibi oynatmak olduğu izlenimini edinmişti. Bu sırada İstanbul’daki Rusya ve İngiltere büyükelçileri Osmanlı Devleti’nin kendileriyle müttefik kalması ve Fransa ile yakınlaşmaması için baskı yapıp duruyorlardı.
 
Bu sıralarda Kattaro sorunu patlak verdi. Osmanlı Devletiyle beraber Yedi Yunan Adası’nın resmen hamisi ve Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan Rusya haber vermeden, Karadağlıları ayaklandırarak onların da yardımıyla, Osmanlı Devleti’nin himayesi altında bulunan Dubrovnik Cumhuriyeti’nin komşusu olan Kattaro şehrini ele geçirdi. Bunun üzerine Fransa’nın Dalmaçya’yı işgal eden 25 bin kişilik ordusu da gelip Dubrovnik Cumhuriyeti’nin merkezi olan Raguza’yı işgal etti. Bunun üzerine İngilizler, Ruslar ve Karadağlılar Raguza’yı muhasara ettiler. Çatışma sonucu Karadağlılar ağır zayiat vererek çekildi, fakat Ruslar,  Kattaro’da kaldılar.
 
Bu hadisede, resmen Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan Rusya, Osmanlı tebaası olan Karadağlıları ayaklandırıp, Kattaro şehrine taarruz ederek ele geçiriyor, Osmanlı Devleti’yle barış durumunda bulunan ve bir ittifak anlaşması yapmak isteyen Fransa ise Osmanlı himayesindeki Dubrovnik Cumhuriyeti’nin merkezini işgal ediyordu. Osmanlı Devleti ise içinde bulunduğu zaaf ve acizden dolayı bu girişimlere mukabele edemiyordu. Fransa’nın Dubrovnik’i işgal etmek için Osmanlı Devleti’nden izin almadan Hersek Sancağından geçmesi zaten savaş ilanı demekti. Ancak Osmanlı Devleti içinde bulunduğu şartlardan dolayı, İstanbul’daki Rus ve Fransız Elçilikleri nezdinde bu olayı sertçe protesto etmekten başka bir şey yapamadı. Dubrovnik Cumhuriyeti de bir daha geri dönmemek üzere Osmanlı Devleti’nden ayrılmış oldu.
 
Baki Kaya
Konuk Yazar