• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

CENGİZ HAN YASALARI IŞIĞINDA ULUS DEVLET

CENGİZ HAN YASALARI IŞIĞINDA ULUS DEVLET
20. yy'ın başlarında Emperyalist devletler, adına Osmanlı diyelim, Türk diyelim, Kürt diyelim ne dersek diyelim, bu topraklarda yaşayan Müslüman halkı ebediyen bitirmek, bir daha kendisi için tehdit oluşturamaz bir noktaya getirmek kararlılığındaydı. Bu maksatla 10 Ağustos 1922’de Osmanlı Devletine dikte ettirilen Sevr Antlaşmasıyla, Fırat’ın doğusunda, bağımsızlık isteme hakkını elde tutan bir Kürt bölgesinin tesisi ve sınırlarının ABD başkanı Wilson tarafından belirleneceği Ermenistan Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti tarafından tanınması şartı koşuluyordu. Bilindiği gibi halkımız bu projeyi, daha henüz mağlup konumdayken giriştiği “İstiklal Harbi” hamlesiyle geçersiz kıldı ve yeni bir devlet bağlamında milli birliğini koruyarak bugünlere erişti.
 
Son yıllarda yaşanan olaylar, emperyalistlerin aradan yüzyıla yakın bir zaman geçtiği halde Sevr ile son noktayı koyamadıkları hikâyeyi unutmadıklarını, zeminin, 20. yüzyılın başlarında çözülmeye direnen ve teslim olmayan toprakların çocuklarının birbirine düşürülmesine müsait olduğunu, o zaman çözülemeyen “Şark Meselesi”nin son adımının şimdi, istedikleri gibi çözülebileceğini düşündüklerini gösteriyor.
 
Öte yandan, devletin yerel yönetimleri güçlendirmesi ve onlara yetki devretmesi, ancak, birleştirici bir milli motivasyon teması etrafında, milli duygu ve düşüncelere dayalı olarak, vatandaşların yaşamlarını kolaylaştırmak ve kamu yönetimi verimliliği ve etkinliğini artırmak üzere yapılırsa yararlı olacaktır. Aksi takdirde, kimin kime rapor verdiğinin, kimin hangi otoriteyi tanıdığının, bağlılık duyduğunun bilinemediği; vatandaşın, hakkını hukukunu ararken hangi otoriteye başvurması gerektiği konusunda korku ve şüpheye kapıldığı bir ortamda yerel yönetimlere yetki devri ve bu yönetimlerin güçlendirilmesinin ayrışmaya, dağılmaya ve kaosa yol açabileceği unutulmamalıdır.
 
Bu bağlamda, bir kabile reisinin oğluyken, yaşamdan kendi çıkardığı dersler dışında herhangi bir eğitim almadığı halde, yüzyıllarca geçerli olacak yasalar koyarak büyük bir cihan imparatorluğu kuran Cengiz Han’ın tecrübesinin, başkanlık sistemi ile yeni anayasa yapılmasının tartışıldığı, devletin dönüştürülmeye ve yeniden kurgulanmaya çalışıldığı bir dönemde öğretici olacağı muhakkaktır.
 
Temuçin (Cengiz Han'ın asıl adı) devasa bir bölgenin tartışılmaz hükümdarı olmuştu. Ne var ki, savaş meydanlarında zafer kazanmakla hemen hükümdar olunamıyordu; temsilcilerden oluşan bir kurulta­yın Temuçin'in hükümdarlığının meşruluğunu onaylaması gereki­yordu. Bu yüzden Temuçin, barışın kurulması ve ilişkilerin iyileşmesine süre tanı­mak amacıyla, kurultayı toplamak için yeteri kadar bekleyerek, 1206 yılında, o güne kadar bozkır tarihinde toplanmış belki de en büyük ve en önemli kurultayı topladı.
 
Temuçin neredeyse bugünkü Batı Avrupa büyüklüğünde bir bölgeyi yönetiyordu; idaresinde değişik göçebe kavimlerinden bir milyon insan ve en az 15-20 milyon hayvan vardı. Sadece Tatarların değil, Kereyit ve Naymanların da hanıydı, Keçe Surları halkının da hükümdarı olacaktı. Ancak bunun için kendi kavmine yepyeni bir ad bulmalıy­dı, onlara Yeke Moğol Ulusu, yani Büyük Moğol Ulusu adını verdi. Tüm insanlarını bir araya getirdikten sonra soy, kabile ve aşi­retlerinden gelen her türlü aristokrat unvanı kaldırdı. Bu tür unvan­lar artık kişilere veya ailesine değil, devlete ait olacaktı ve bu unvan­lar ancak yeni hükümdarın isteği üzerine dağıtılacaktı.
 
Kurultayda halk adına içlerinden biri Cengiz Han'a şöyle seslen­di: "Eğer halkına adil davranırsan, Allah senden rahmetini esirgemez; yetkini suiistimal edersen kendi mutsuzluğunun sebebi olursun.”
 
Cen­giz Han bilinçli olarak bir devlet kurmaya yönelmiş ve bu devletin kurumlarını kısmen eski kavimlerden elde ettiği, kısmen kendi getirdiği yeni bir anlayışa göre oluşturmuştu. Ulus devletin yaşayabilmesi için güçlü kurumlar kurmak zorundaydı. Cengiz Han buna kendisini iktidara getiren ordu ile başladı; orduyu daha güçlü ve daha merke­zi bir duruma getirdi.
 
Cengiz Han yönetiminde önceden sığır çoba­nı, çoban ve deve güden insanlar yükselip general olmuş, on bin kişilik ordulara komuta eder hale gelmişlerdi. On beş ile yetmiş yaş arasındaki her sağlıklı erkek ordunun aktif birer üyesiydi. İlk önce, han seçildiğinde yaptığı gibi, en sadık askerlerini bin kişi­lik birliklerin, Burku gibi en eski adamlarını da on bin kişi­lik orduların başına getirdi.
 
Herhangi bir soydan olmayan adamla­rını, savaş alanında ya da siyasi hayatta kendisine olan bağlılıklarını kanıtlamaları şartıyla, başarılarına göre ödüllendirerek en üst pozis­yonlara atadı. Sadık dostlarına verdiği on bin kişilik birimlerle kıyaslandığında, kendi aile üyelerinin kontrolüne verdiği ordular çok zayıftı.
 
Cengiz Han aile üyelerinin gözetilmesi için en güvendiği adamlarını görevlendirdi. Bu suretle Çağatay gibi dik ve dar kafalı olduğunu düşündüğü aile fertlerine karar alma süreçlerinde yardımcı olmayı, onları hata yapmaktan korumayı murat etti.
 
Tek millet haline getirdiği, büyük ve etnik açıdan çok çeşitli kavimler içinde huzuru sağlamak amacıyla, kavimler arası kavga ve savaşların geleneksel nedenlerini ortadan kaldıracak bir dizi yasa çıkarttı. Cengiz Han'ın büyük yasaları tarihteki diğer kanun yapıcı­lardan büyük oranda farklılık gösterir. Yasalarını herhangi bir dini öğretiye dayandırmadı; herhangi bir bilinen medeniyetin yasalarını da kopya etmedi; çobanlık yapan kavimlerin yüzyıllardır uyduğu gelenek ve göreneklerden derledi. Ne var ki toplumunun birlik içinde olmasını engelleyen eski uygulamaları hemen ortadan kaldırdı. Herkes için ortak yasa hükmünde olan anayasaya ters düşmediği sürece, kavimlerin kendi bölgelerinde geleneksel uygulamaları devam ettirmelerine izin verdi.
 
Anayasayı ömrünün kalan yirmi senesi boyunca sürekli olarak geliştirdi. Cengiz Han'ın yasası günlük hayatın tüm yönlerini kapsa­mıyordu; bunun yerine sıklıkla ihtilafa düşülen konular hakkında pratik düzenlemeler yapıyordu.
 
Erkekler kadın kaçırmaya devam ettikleri sürece bozkırlarda kavga dövüş durmayacaktı. Bu nedenle Cengiz Han ilk olarak kadın kaçırmayı yasaklıyordu. Bu, karısı Börte'nin kaçırılmasına da bir tepkiydi. Bu tür kaçırma olaylarından kaynak­lanan kavgalar, Cengiz Han'ın kendi ailesinde de yaşanıyordu. En büyük oğlunun babasının kendisi mi yoksa Börte'yi kaçıran kişi mi olduğu konusundaki belirsizlik, yaşlandıkça daha da ciddi sorunlara neden olmuştu.
 
Kadın kaçırmanın yanı sıra çocuk kaçırma ve herhangi bir Moğol'un esir edilmesini de yasaklamıştı. Tayichiud tarafından kaçırılıp esir edildiği için, kaçırılıp zorla çalıştırılmanın insana ver­diği acıyı iyi biliyordu. Bununla birlikte, bu tür olayların genel sos­yal yapıya verdiği zararın ve bozkırdaki boylar arasındaki düşmanlığı ve şiddeti nasıl artırdığının da farkındaydı.
 
Cengiz Han, halkı arasında anlaşmazlığa neden olabilecek her türlü olayı ortadan kaldırmaya çalıştı. Çocuklarının meşruluğu konusundaki şahsi tecrübeleri sonucunda, ister bir eş ister cariye­den doğsun, tüm çocukları meşru saydı. Kadınlar üzerine deve alışverişindeki gibi sıkı pazarlıklar yapılmasının erkekler arasında bit­mez tükenmez anlaşmazlıklara yol açması sebebiyle, kadınların satıl­masını yasakladı. Aynı nedenlerle Moğolların diğer insanlardan farklı algılayıp tanımladığı zinayı da yasakladı.
 
Hayvan hırsızlığı her zaman suç sayılmıştı, ancak açık bozkır­larda bu duruma sıkça rastlanıyor ve bunlar insanlar arasında sene­lerce süren anlaşmazlıklara neden oluyordu. Belki de Cengiz Han eskiden kendilerinden çalınan sekiz hayvanın ailelerine verdiği zara­rı hatırlayarak, hayvan hırsızlığını önemli bir suç ilan etti. Buna ek olarak, kaybolmuş bir hayvan bulan kişilerin bu hayvanları sahibine geri getirmesini şart koştu. Bu amaçla, imparatorluğu büyüdükçe, daha da etkili bir kurum haline gelen kayıp-buluntu sistemini kurdu. Herhangi bir mal, para veya hayvan bulup da sahibine vermeyen kişiler hırsız kabul edildi. Hırsızlığın cezası ise ölümdü.
 
Bozkır ahalisi vahşi hayvanları avlama hakları konusunda da birbiriyle kavga ediyordu. Cengiz Han eskiden beri uygula­nan mart ile ekim ayları arasındaki avlanmama geleneğini bir siste­me bağladı. Hayvanlar yaz aylarında koruma altına alınarak, aynı zamanda kış için bir güvenlik ağı kurulmuş oluyor, bu sistemde avcılar sadece ihtiyaçları kadar hayvan öldürüp gerisini bırakıyorlardı. Kanun aynı zamanda hayvanların ne şekilde avlanıp kesileceklerini de belirtiyordu. Böylece israftan kaçınılıyordu.
 
Cengiz Han zina, mal ve gıdanın yanı sıra, farklı dinlerin de potansiyel bir anlaşmazlık konusu olduğunun farkındaydı. Bozkır­larda yaygın olan Şamanizm, Hıristiyanlık, Budizm ve İslam taraftarla­rı arasında din değiştirenler her zaman oluyor ve taraftarların hemen hepsi kendi dinlerinin tek doğru din olduğunu iddia ediyordu. Dünyada bu konudaki ilk düzenlemeyi yapan kişi olan Cen­giz Han, herkese tam bir dini özgürlük tanıdı. Kendisi anayurdundaki ruhlara taptığı halde, bunların milli bir ibadet haline dönüşmesine izin vermedi.
 
Cengiz Han tüm dinleri geliştirmek amacıyla dini liderlerden vergi alınmasını yasakladı ve onları her türlü kamu görevinden muaf tuttu. Daha sonra belli mesleklerin gelişimine katkıda bulunmak için aynı uygulamayı tüccar, müteahhit, doktor, avukat, öğretmen ve alimlere de getirdi.
 
Cengiz Han, hanlık unvanı için savaşılmasını önlemek amacıyla bir dizi kanun getirdi. Yasaya göre han, her zaman kurultay tarafın­dan seçilmeliydi. Ailesinin herhangi bir üyesinin seçim yapmadan hanlığa gelmesini önemli bir suç saydı. Düşmanların birbirini öldür­mesini engellemek için, ölüm cezasının tek bir kişi tarafından değil, tüm ailelerin temsilcilerinin bulunacağı bir kurultayca verilmesi şar­tını getirdi. Böylece hanlık yarışında kardeş katlini meşru gören sistemi yasaklamış oldu.
 
Cengiz Han tarafından sistemleştirilen Moğol yasaları, grup, sorumluluğunu ve grup cürmünü kabul ediyordu. Tek bir bireyin aile bağlamı ve bağlı bulunduğu daha büyük gruplar dışında huku­ki bir varlığı yoktu; bu nedenle aileler bireylerinin suçlarından sorumluydu. Bir kişinin işlediği suç, herkesin cezalandırılmasını gerektiriyordu. Aynı şekilde, bir kavim veya manga kendi içindeki bireylerin hareketlerinden sorumluydu. Bu nedenle sadece ordu veya sivil idare değil bütün ulus, yasalara uygun yaşanmasından sorumluydu.
 
Yasanın yürütülmesi ve yasaya bağlı yaşam en üst kademede, yani kağanda başlıyordu. Bu şekilde Cengiz Han, yasanın her bir bireye ve hatta egemen kişiye üstünlüğünü ilan etmiş oluyordu. Hükümran konumundaki kişiyi de yasaya tabi kılarak, o zamana kadar hiçbir medeniyetin yapmadığı bir şeyi yapmıştı. Cengiz Han, birçok mede­niyetin tersine -özellikle de monarşinin yasadan üstün tutulduğu Batı Avrupa’nın- anayasaya uymaktan ve onu korumaktan herhangi bir birey kadar, baştaki yöneticinin de sorumlu olduğunu göstermişti. Kendinden sonra gelenler bu yasayı sadece elli yıl daha koruyabildi ve sonra yürürlükten kaldırıldı.
 
Bu bozkırlar, Müslüman tüccarlar ve Hıristiyan rahipler vasıtasıyla yüzyıllar önce yazı ile tanışmış olmasına rağmen, yerel halktan pek azı okuma yazma biliyordu. Hatta Tatar, Nayman ve Kereyit kavimle­rinin âlimleri bile okuma yazma öğrenmemişti. Bilindiği kadarıyla Moğollardan hiçbiri okuma yazma bilmiyordu. Cengiz Han 1204 yılında Nayman'ı fethettiğinde, Tayang Han'ın yanında duyuruları­nı yazan ve sonra da resmi devlet mührüyle bu duyuruları mühürleyen bir kâtip bulundurduğunu görmüştü. Bu yüzden Cengiz Han imparatorluğu yönetebilmek ve özellikle birçok yeni yasa ve düzenlemeyi hâkimiyeti altındaki bu büyük ülkenin her tarafına bildirebilmek için bir yazı sistemi benimsenmesini emretti.
 
Cengiz Han çıkardığı yasaları takip edebilmek için, bozkırlarda bulduğu altın küpeli ve hızmalı manevi kardeşi Şigi-Kütagü'yü kritik bir pozisyona getirdi ve onu hâkim yaptı. Kütagü'nün görevi, "hırsızları cezalandırmak ve yalanları ortaya çıkarmak" olduğu kadar, Cengiz Han'ın verdiği kararları kutsal gökyüzünün rengi olan mavi renkle ciltlenmiş beyaz kâğıt üzerine kaydetmekti.
 
Cengiz Han bu devasa ülkedeki örgütlenme içerisinde bağlılığı sağlamak için eski bir siyasi geleneği tekrar canlandırdı. Buna göre, bin kişilik ve on bin kişilik her bir birimin komutanından, kendi oğullarını ve oğullarının en iyi arkadaşlarını kendisine yollamalarını istedi. Bu kişiler de kendi onar bin kişilik ordularını kuracaklardı. Böylece Cengiz Han bir suç işlediklerinde akrabalarını öldürmekle tehdit etmek yerine, çok daha etkili bir strateji geliştirmiş oldu; rehin olabilecek kişileri yöneticiler yaptı ve bunları devlet içinde etkin olmayan veya sadakatsiz kişilerin yerini hemen alabilecek kişi­ler olarak tuttu. Böylesine potansiyel bir değiştirme sistemi, savaşta sadakatin korunması için akrabanın öldürülmesi tehdidinden çok daha etkili bir sistemdi. Cengiz Han böylece rehin sistemini değiş­tirdi ve rehin olabilecek kişileri devletin parçası haline getirdi. Böylece her bir ailenin hükümetle doğrudan ve kişisel bir ilişkisi olmuş oluyordu.
 
Özetle Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethedene kadar, bütün İslam dünyası, Türk dünyası, bugünkü Rusya, Çin ve Hindistan’da geçerli olan Cengiz Han Yasaları şunlardır:
 
1. Kâinatın yaratıcısı tek Tanrı'dır bu Tanrı'ya tapılacaktır.
2. Cengiz Han'ın erkek soyundan olmayan hiç kimse kendini "Han" ilân edemez. Erkek soyundan gelenleri ise ancak Kurultay kararıyla "Han" olabilirler.
3. Düşman teslim olmadıktan sonra onlarla barış antlaşması imzalanamaz.
4. Ordu yüz, bin, on bin kişilik kıtalar halinde olacaktır. Silahları muhafazaya görevli subay; askerlere silahlarını kendi eliyle teslim eder, bir de askerler silahlarını kışın ava gitmek için alabilirler.
5. Saray ve orduya, kışın yiyecek bulabilmek için halk, Mart ayından Mayıs öncesine kadar ceylan ve benzeri av hayvanları avlarlar.
6. Hayvanların kanı ve bağırsakları yenilebilir.
7. Savaşa gitmeyenler bayındırlık işlerinin bütününe katılmak zorundadır. Ayrıca haftada bir gün Han'ın hizmetinde çalışırlar.
8. Çaldıkları eşya kıymetli ise hırsızlar idam edilirler, fakat eşya önemli değilse, yedi veya yedi yüz değnek vurulur. Çalınan malın dokuz katı kadar mal verenler değnek cezasından kurtulur.
9. Moğollar ve Tatarlar kendi milletlerinden köle edinemezler. Başkasının kölesini -velisinin izni olmaksızın- kendi hizmetinde kullananlar idam olunurlar. Kaçak bir köleye rastlayan onu velisine getirmeye memurdur. Getirmeyen idam cezasına çarptırılır.
10. Erkek birinci ve ikinci derecede akrabasından olmamak şartıyla zevcesini satın alacaktır. Herkes idare edebileceği kadar kadın ve cariye alabilir.
11. Zina yapanlar idam olunur. Zina yapanı suçüstü yakalayan şahit onları öldürebilir.
12. İki aile ölen çocuklarını, yine onlar, için düğün yaparak evlendirebilir.
13. Casuslar, yalancı şahitler, homoseksüeller, sihirbaz ve büyücüler idam olunur.
14. Zimmetine para geçiren mal memurları idam olunur. Eğer ihtilas küçük ise Han'ın huzuruna çıkarılacaktır.
15. Tarkanların(asilzade) aynı kusurları dokuz defaya kadar bağışlanır.
16. Gök gürlerken suya girmek yasaktır. (Moğollar gök gürlemesinden çok korkarlardı ve gök gürlediği zaman suya girmek âdetleri vardı. Cengiz Han bu âdetin önünü almak için bu yasağı koymuştur.)
 

Baki Kaya
Konuk Yazar