• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

YEMEN YENİDEN

YEMEN YENİDEN

1905 yılında Yemen’de bir keşif gezisi yapan İngiliz istihbaratçı Aubrey Herbert “Ben Kendim Osmanlı Ülkesine Son Seyahatler” adlı eserinde Hudeyde şehrine vardıklarındaki manzarayı şöyle anlatır: “İskelede Sana’daki Türk birliklerine gönderilmek üzere bekleyen çoğu tıbbi malzeme açıkta güneş altında kavrulup duruyordu. Çarşısında Yahudi, Yunanlı, Arap ve Hintli tacirler vardı. Ticaret hacmi büyüktü lakin Türkler bundan istifade etmiyorlardı. Buxtons ve ben, bu kadar zengin bir ülkeye sahip olup da, böyle hareketsiz durup yabancıların servet kazanmasını seyreden, Türklerden başka bir millet olamayacağı ve bu uyuşukluğun Yemen’deki Türk hakimiyetinin sonunu getireceği hususunda mutabık kaldık.” Osmanlı Devletinin özellikle 2. Abdülhamid’in hallinden sonra ortaya çıkan genel yönetememe durumu kuşkusuz Yemen’e de yansımıştır.  Bölgede meydana gelen otorite boşluğu yerel imam ve liderleri bu durumu kendi otoritelerini tesis etmek için kullanmak hususunda cesaretlendirmiştir. “Uzun bir zamandır Yemen tarihi bir isyan tarihidir. Türk askerleri, çöl sıcağında ve Arapların ardı kesilmeyen saldırıları altında çiçekler gibi solup gitmişlerdi.”
 
Herbert, emperyalist bir ülke istihbaratçısı olarak bütün olayları kendi penceresinden görmekte ve durumu şöyle okumaktadır: “O günlerde İngiliz vatandaşlarının çoğunun emperyalist emellerle dolu olduğu günlerdi ve itiraf edeyim ki, Yemen’i terk ederken ben de buraların bir gün İngiltere tarafından yönetileceği ve onun kaynaklarının,  Hudeyde’den Sana’ya oradan da Aden’e bir demiryolu inşasıyla geliştirileceği günleri düşünüyordum. 1905 yılında Hindistan ve Mısır’da başardıklarımızdan sonra, zannederim, adalet ve yönetim bakımından dünyada itibarımız doruktaydı. İnsanları ayırım yapmadan adaletle yönetiyorduk. Mecbur olduğumuzda ve sadece zulme mani olmak ve adaleti sağlamak gerektiğinde işlerine müdahale ediyorduk. Onları tekmelemiyor, tatlılıkla kandırmaya çalışmıyorduk. Sömürmeden inkişaf ettiriyorduk Geri bir ülke, İngiltere’nin vesayeti altında hayatın nimetlerinden istifadeye ve kendine olan güvene sahip olacağına inanıyordu.” Burada “kaynakların geliştirilmesi”  teması evrensel emperyalist jargonun en temel argümanlarından birisi olup; “tekmelemiyorduk” söylemi ise o günlerde İngilizlerce Arap coğrafyasında sıkça kullanılan “Arap uşakları tekmeleyen Türk efendi” psikolojik harekât temasının bir ifadesidir.
 
1911 yılında Yemen’de İmam Yahya ve Seyyid İdris isyan ederler. İstanbul’daki çalışma şartlarından pek de memnun olmayan Genelkurmay Başkanı Ahmet İzzet Paşa, bu isyanı bastırma işini bizzat üstlenir ve İsmet İnönü’yü de Erkânı Harbiye Reisi olarak karargâhına alır. Hamidiye Zırhlısı ile bölgeye intikal ederler. İsyan durumunda olan İmam Yahya Ahmet İzzet Paşa ile anlaşır, Seyyid İdris ise bu sırada Trablusgarp’ı işgal etmeye çalışan İtalya ile müttefik olur. O sıralarda bile Yemen’in elde tutulması birçok can kaybı ve gidere sebep olmaktadır. Örneğin Sana’daki on bin mevcutlu Türk Garnizonunun personelinin dokuz bini bu isyan sırasında açlıktan ölür. Ancak, Hilafetin merkezi kabul edilen Hicaz bölgesinin güvenliğinin sağlanmasının Yemen’in elde bulundurulmasına bağlı olduğu inancı Osmanlı yönetimini 1. Dünya savaşı başladığında bile Yemen’de bir kolordu muhafaza etmeye iter. Sonuçta Yemen’deki birliklerin ikmalinin tamamen Süveyş kanalı üzerinden deniz yolu ile sağlanıyor olması, daha harbin başında Süveyş Kanalı ve Kızıl Denizin Osmanlı donanmasına kapatılmasına yol açmış ve buradaki birliklerin çoğu harbin başında savaş dışı kalmıştır.
 
Osmanlının bölgeden çekilmesinden sonra Yemen, hep uluslararası güç oyunlarının sahnesi olmuştur. 1970’li yılların başlarına kadar İngiliz nüfuzunda İmam Yahya ve onun soyundan gelen imamlar tarafından yönetilen Yemen, bu yıllarda Kuzey ve Güney Yemen şeklinde bölünmüş, 1990’ların başındaysa yeniden birleşmiştir. Bu birleşmeden Arap Baharına kadar geçen sürede ülkeyi eski Kuzey Yemen lideri Ali Abdullah Salih yönetmiştir. Arap Baharında oldukça uzatmalı bir süreçten sonra ise Salih çekilmek zorunda kalmış ve hâlihazırda S. Arabistan’ın desteklediği Mansur el Hadi işbaşına gelmiş, ancak o da başarılı olamamış ve ülke, 2014 yılı başından itibaren İran destekli Husi askeri operasyonlarıyla yeni bir evreye girmiştir. Bugün itibariyle on ülkenin katılımıyla S.Arabistan askeri operasyonları başlamış, İran da operasyonların derhal durdurulmasını istemiştir.
 
Şimdi bir de Yemen olaylarına George Friedman’ın “Gelecek Yüzyıl-21. Yüzyıl İçin Öngörüler” adlı kitabında serdettiği düşünceler ışığında bakalım.
 
Birleşik Devletler savaşlar kazanmaya gereksinim duymaz. Onun gereksinim duyduğu şey, basit olarak karşı tarafta karmaşa yaratmak ve kendisiyle mücadele edebilecek derecede büyük bir gücün oluşumuna engel olmaktır… Bazı insanlar “uzun savaş”tan bahisle, ABD’nin Müslümanlarla bir yüzyıl boyunca kavga içinde olacağı fikrine sahiptir… İslam dünyasındaki etnik ve dinsel bölünmeler, ABD’nin bölgeden çıkarılması durumunda bile hiçbir sağlam politik dayanağı olmayan bir yapının ortaya çıkacağı anlamına gelmektedir. İslam dünyası bin yıldan daha uzun bir süredir bölünmüş ve istikrarsız bir yapıya sahiptir ve kısa süre içinde daha birleşik bir yapıya sahip olması da zor görünmektedir.” Bu düşünceler “The War With in” “İç Savaş” stratejisinin açıklaması gibidir. 11 Eylülden sonra Amerika’nın 21. Yüzyıl stratejisi hayata geçirilmiş, savaşın beklenildiği gibi bir Hıristiyan- Müslüman, ya da Müslüman-Yahudi savaşı olmayacağı, artık savaşın Müslümanlar arasında cereyan edeceği ifade edilmiştir. Bu stratejinin en önemli ayaklarından birini Şii-Sünni temel çatlağının derinleştirilmesi ve yüzyıllardır muhalefette kaldığını ve dünya sistemiyle işbirliğine hevesli olacağını düşündükleri, Şiilerin desteklenmesi oluşturmaktadır. Bugün Yemen’den- Katar’a, Irak’tan Suriye ve Lübnan’a, hatta Libya’ya kadar olan coğrafyada, El-Kaide, İŞİD, Boko-Haram, Eş-Şebap gibi sözde sünni örgütlenmeler, bu coğrafyada icra edilen her türlü askeri operasyonu, örgütlü Batı şiddetini ve yerleşik diktatörlüklerin şiddetini meşrulaştırmak için kullanılmaktadır. Bu örgütlerin bulundukları coğrafyalardaki halkla hemen hemen hiçbir ünsiyeti bulunmazken, bir şekilde varlıklarını korumakta ve bulundukları coğrafyada adeta bir hedef kıtası teşkil etmektedirler. Dolayısıyla mezhep ve etnisite farklılıklarına vurgu yapan, mevcut resmi bu farklılıklarla açıklamaya çalışan her türlü tahlil ve değerlendirme bu emperyalist projeye hizmet etmektedir. Bölgede karmaşa, düşmanlık ve sürekli çatışma yaratarak buradaki varlıklarını, operasyonlarını haklı göstermeye çalışanlar, buradaki sorunların müsebbibi ve sorumlusudurlar.
 
Aynı eserde Friedman “ABD’nin Avrasya’da barışı sağlamaya dönük özel bir çıkarı yoktur. Ayrıca bir savaşı hemen kazanmak gibi de bir çıkarı yoktur. Vietnam veya Kore’de olduğu gibi, bu çatışmaların amacı yeni bir gücün ortaya çıkışını engellemek ve bölgeyi istikrarsızlaştırmaktır. Zamanı gelince, ani bir Amerikan yenilgisi bile kabul edilebilir. Ancak, Avrasya güçler dengesini korumak için gerekli olduğunda minimum kuvvet kullanma ilkesi yirmi birinci yüzyılda da ABD dış politikasının temelini oluşturacaktır. Beklenmedik yer ve zamanlarda sayısız Kosova’lar, Irak’lar olacaktır… ABD-Cihatçılar savaşı sona doğru giderken, İslamî radikallere karşı savunmanın ilk hattı Müslüman devletler olacaktır. Kaos içindeki İslamî dünya ABD’nin stratejik hedeflerine ulaştığını gösterir. ABD’nin 2001 yılından beri yaptığı da İslam dünyasında kaos yaratmak ve Amerika’ya karşı düşmanlık oluşturmaktır... Müslümanlar birbirleri ile savaştıkça, ABD savaşı kazanmış olacaktır...”  diyerek, ABD’nin Müslüman coğrafyada uyguladığı stratejinin esasını ifade etmektedir. Bu satırlar bir deli saçması değildir. Herhangi bir insanın hezeyanları da değildir. ABD başkanlarına, genelkurmay başkanlarına stratejik danışmanlık yapan bir kuruluş olan Stratfor’un başkanı George Friedman’a aittir.  ABD Yemen’den tüm birliklerini 25 Mart 2015 itibariyle geri çekmiştir, daha önce de Irak’tan çekmiştir. Afganistan’da kalan daha önce çekeceğini açıkladığı son dokuz bin askerini geri çekmeyi şimdilik ertelemiştir. Bu askerler bu ülkelerde herhalde vazifesini yaptı addediliyor ki geri çekiliyor. Bu ülkelerin hiç birinde ne barış, ne huzur, ne de doğru dürüst devlet vardır. Tam bir kaos, bölünme ve çatışma vardır.
 
Şimdi S. Arabistan’ın yaptığı müdahale çatışmayı daha da artıracak ve emperyalist projenin adımlarından birini daha oluşturacaktır. Müslümanlar böylesine dışarıdan oluşturulmuş bir yangına odun taşımak yerine, ortak aklı devreye sokacak, Müslüman ülkelerde, adaleti, özgürlüğü, eşitliği ve kardeşliği yerleştirecek bir yol bulmak zorundadır. Müslümanlar içine düşürüldükleri bu gayya kuyusundan çıkmak için, Sünni dememeli, Şii dememeli, Arap dememeli, Kürt-Türk dememeli, bunlara vurgu yapan açıklama ve tavır alışlardan hızla uzaklaşmalıdır. Bunu sağlamak için derhal Türkiye-İran-S.Arabistan-Mısır-Pakistan gibi önemli Müslüman devletler bir araya gelmeli, İŞİD dahil bölgede yaratılmış tüm sorunlar, bir mezhep ve etnisite savaşına dönüştürülmeden, güç kullanılacaksa ortaklaşa bir güç oluşturarak bu sorunları çözmelidir. Aksi takdirde en az yüzyıl sürecek bir karşılıklı boğazlaşma sürecine girilmektedir. Allah korusun.


Baki Kaya
Konuk Yazar