• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

SAYILI GÜN SONA DOĞRU

SAYILI GÜN SONA DOĞRU

Zaman: Zamanın değeri nedir? Ne yaparsak onu gerektiği gibi yaşamış oluruz? Genelde insanın eğlenceli işlere daha çok vakit ayırması, bir olumsuzluğu, bir acıyı unutma isteğinden mi kaynaklanıyor? Neden insan oyun ve eğlenceyle vaktini geçirirse, çok iyi vakit geçirdim diye düşünür? Sanki yaşam bitmeyecek gibi mi gözükür insana? Bu bitmeyecek gibi gözüken, ama bitirmek, hızla geçirilmek istenen süre neden bazen geçmek bilmez? Ama yaşlandıkça insan bu sürenin çok kısa olduğunun ayrımına mı varır? Bunun ayrımına varan insanlar genellikle ne yapar? Ömrünün kalan son kısmında alamadığı -eksik kalan- hazların mı peşine düşer? Bu psikoloji bir asıl özlenen şey olduğu, ama ona ulaşılamadığı için onu unutma telaşını mı gösterir? Bir “öte” inancı bu psikolojiyi nasıl etkiler? Neyi unutmak isteriz? Vaktin geçmediği düşüncesi neden sıkar her zaman bizi? Vakti hızla geçirtmek, hatta geçtiğini bile unutturmak üzere kurulmuş bunca eğlence endüstrisi bizi nereye götürür? Bu geçirilen sürenin içindeki eğlence ve alınan haz miktarı mı belirler yaşamın kalitesini? Bu süre nasıl geçirilmelidir? Yazarak mı, düşünerek mi, hiç düşünmeyerek mi, sürekli beden hazlarının peşinde koşarak mı, ruhban hayatı yaşayarak mı? Zamanın birimi nedir, onu neyle ölçeriz? Ölçerken kullandığımız ölçüler bize mi aittir? Örneğin 80 yıl yerine 30 bin gün yaşayacaksın dense daha mı iyi algılarız yaşamın zaten bitik olduğunu? Bu süre bir bakıma hiç geçmezken, bir taraftan da koşmuyor mu? Öldükten sonra ne olur? Yok olup gideceksek, bir “öte” yoksa bu yaşamın ne anlamı olur? Bize belletilenler, sürekli olarak gönüllü köleliklere zorlamaz mı bizi? Hep istemediğimiz şeyleri tercih etmek zorunda kalmaz mıyız? Şu anda yaşıyor olduklarımızı yaşamak için mi bunca uğraşı? Yani şu an yaşadıklarımız ulaşmaya çalıştığımız ideal mi? Değilse ne zaman ulaşacağız bu ideale. Bir ideal var mı? “Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem” aradığımız şeyin içinde yaşadığımızı vurgulamaz mı? Eğer aradığımız şeyin içinde yaşıyorsak, fakat bize öyle gelmiyorsa neyi değiştirmeliyiz? Gerçekten istediğimiz şeyin içindeysek zaman durur mu? Öyleyse neden hep kendimizi mutlu hissettiğimizde koşmaya başlar zaman?

Ahir zaman: Her şeyin taşıdığı adın aslına ne kadar sahip olduğunun test edileceği bir lahza-i ahir. Son ve geri dönülemez “yargı günü”nden önce belki bütün iddia sahiplerine tanınan bir son düzeltme şansı. Emperyalist sarsıntıların bütün bireysel ve toplumsal bağları çözdüğü, sadakati yok ettiği, bağlanamama hastalığına tutulmuşların vakti. Bütün içkin, manevi, soyut değerlerin, maddi kıymet ölçüleriyle ölçülebileceği ve satılabileceği sanılan, manevi çölleşme kuraklığının hükümran olduğu yarı cehennem. Bu son vakitte küresel emperyalist işgal çözücü bir etki yapıyor ilişkiler üstünde.

Bugün saf bir duyguyla birbirine bakan kaç kişi kaldı? Oysa biz aslımızı istiyoruz, aşk istiyoruz, bağrımızı istiyoruz, güzeller istiyoruz ona yaslanacak. Bir söze inanmak istiyoruz, sözümüzü istiyoruz, dostluk istiyoruz, cesaret istiyoruz, mertlik istiyoruz, hem de konukseverlik, doğru sözlülük, sadakat istiyoruz. Adanmak istiyoruz, sabır ve sevgi istiyoruz, bölüşmek istiyoruz, akıl istiyoruz kahramanlık; hem de, içinde yalan olmayan söz, riya olmayan davranış istiyoruz.

Kimlerden geçilmedi ki, bu akıp giden "uğultulu ırmakta" hangi seller hangi toprakları sürükledi? Yaşamı çok mu önemsiyoruz? Elbette boş vermeliyiz demiyorum, ciddi bir eylem olarak yaşamı yaşamak gerektiğini biliyorum, ama bu dünya hayatına fazla mı bağlanıyoruz. Kabil, Bağdat, Felluce, Samarra, Necef, Kerbelâ ve Filistin ve sonra Halep, Şam, Hama ve Humus; ölümün çıldırdığı “toprakta et ve kemik çatırtıları”nın her şeyi örttüğü gariplerin şehirleri; ölümün bile nimet olduğu son vakitte.

Tarihe not düşmek; kendi tarihine. Hikaye edilir ki; adamın biri Tanrıyla konuşmaya Tur Dağına giden Musa’ya (RA) “Tanrıya söyle de hayvanların dillerini anlama yetisi versin bana” demiş . Musa adamın dileğini iletince Tanrı; “Ben ondan razıyım ne yapacak hayvanların dillerini anlayacakta” demiş ama adam ısrarla tekrar etmiş isteğini. Sonunda istediği olmuş ve başlamış hayvanlar ne konuşuyorsa anlamaya. Bir gün eve giderken kediler, köpekler sevinç içinde konuşuyorlarmış, kulak kabartmış adam, kedinin biri diyormuş ki, “Hadi yine iyisiniz, bugün koyunun biri ölecek artık etinden kemiğinden bize de bir şeyler düşer!” Adam hemen koyunu kaptığı gibi pazarda almış soluğu ve satmış rastladığı birine. Bir kaç gün sonra işe giderken yine duymuş hayvanları, bu kez köpeğin biri ineğin öleceğini müjdeliyormuş arkadaşlarına. Onun akıbeti de aynı olmuş, onu da satmış adam pazarda. Bir süre sonra duyduğu bir köpek diyormuş ki: “Arkadaşlar, bu kez kaçarı yok, sahibimiz ölüyor, artık mutlaka helvasından yeriz!” Adam koşmuş hemen Musa’ya ve Tanrıdan bu yetiyi ondan geri almasını istemesini söylemiş. Musa konuyu açtığında Tanrı: “ Ya gördün mü?” demiş, “Aşırı hırs ne yaptı. Ben ondan razıydım, fakat hırsı yüzünden iki dünyayı birden kaybetti”.

İşte böyle; hem öleceğini, hem de yaşam sınavından sınıfta kaldığını bilmek, daha da kötüsü tatmin edilmemiş, bu dünyaya ait yakıcı arzular tarafından kalbi ele geçirilmiş olmak!..


Baki Kaya
E. Kurmay Albay

Konuk Yazar