• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

                                                                                              kelebek
                                                    birbirini gören iki tepe arasında
                                                                            bir tek gün yaşadı

                                                                          kelebek gibi yaşadı
                                                                          uzun yaşadı bizden

küflü bir dostluk tutuşuyor yanımızda
cem ve ali yüreğinden geçiyor yalnızlığın
seni taşımak diyorum benim deli yüküm
otlar böcekler duyuyor feryadımı
geceyi anlamsız kılan ellerin dokunuyor omzuma
gözlerin nasıl yetmiyorsa herşeyi anlatmaya
hayat nasıl başucumuzda küçük bir işaretse
bir tren durduruyorsa hemzeminde bütün taşıtları
yeniden başlıyor herşey
yeniden

kelebekler ve hatta ıssız kanatlarına konuyor gecenin
biraz mavi bir sabaha dikiliyor kavşakta
az ileride Ulus
dostluğun elleri birleşiyor Hacı Bayram'la
şehir ürpermiş bakıyor gökyüzüne

kelebekler ve hatta ıssız kanatlarına konuyor
saçlarını yolan bir anne oluyor bu şehir
ayrılık oluyor

insanlar anlamadılar kelebeklerin dansını biliyorum
siyah saçlı kızı anlamadılar
yüzümüze savrulan çocuksu akşamlar vardı
ölümüne severdim akşamları
kırmızı entarili güneş diye takılırdım
serin bir ayrılık başlardı gözlerine bakınca
titrerdi içim

kelebekler işte maviye boyanır evlerimiz
belki böyle yarım kalır bir şiir
belki hayatın
zalim bir kırbacın sesi duyulur en çok
en çok seni düşünürüm o zaman

işte ondan
ben çok şey öğrendim bu dağlardan
şiirle oynamayı örneğin

ben bu dağlardan
şehrin arkadan bıçaklayacağını insanı
arkadan ve acımasız vuracağını dostlukları
küçük bir dünyanın akrepleri olduğumuzu

küçük bir dünyanın akrepleriyiz
aşka ihanet eder
bir mendil nasıl saklanır bilmeyiz ömür boyu
bir mendil nasıl saklanır

işte derinlerden geliyor şarkılar
çocukluğumuzdan
toprak damlı evlerden

toprak damlı evlere gelin inen kızların
ve annelerinin gözlerindeki sürmelerden

şair olsam
anlatırım ellerime konan yıldızları

anlatacak çok şey bulurum ırmakların derinlerinde
tahta oluklu bir çeşme
suların sesini dinleyen
gökten aynalar çalan mavi kuşlar bulurum

şair olsam
anlatırım ellerime konan yıldızları

sabahın ve vaktin önünden gider guguk kuşu
yıllara ve aynı tepeye konuk
yurdu vardır
kim anlar guguk kuşunu ve kelebeklerin dansını
aynı rüyaların esiri olduğumuzu, kim anlar

şair olsam kendimi
dilimlenmiş insan yüzlerini çarşılarda
çetrefil oyuklardan
vurulmuş kurt derilerinden geçmiş yaşlı gözlerle
şair olsam kırılmış yürekleri, eğilmiş başları
en çok eğilmiş başları

tozlu ve zift kokan bir geçitteyiz
toprağın temiz alnından öperiz

şair olsam her şey olur
bir türkü öylece saplanır kalır içimde
bir söz bir köz olur
hüzünlü dualar eskitir alnımda

böyle diyorsam
acıların dumanları yükselir vadilerden
ağlamak dualarından emdiğim annemin mezarıdır artık
şairlikse alınyazım

çılgın sevdalar bıraktım ardımda
çam kokuları, ardıç uğultuları rüzgârlarda savrulan
gerilmiş kalbimin kasları
geri gelmez bir körpe zaman içinde
bir körpe zaman ağlar avuçlarımda